º°¨¨°º©©º°¨¨°º©GÜLLERİNEFENDİSİ2.TR.GG©º°¨¨°º©©º°¨¨°º©
Mürid-9
Câmiye vardığımızda daha kimse gelmemişti. Müezzin Kur´ân-ı kerîm okuyordu. İlk safa oturduk. Cemâat yavaş yavaş toplanıyordu. Etrâfıma bakınırken sanki bir ses kulağıma arkana dön bak der gibi oldu. Dönüp baktığımda bir zâtı oturuyor gördüm. Kalbimde şimşek çakar gibi bir hâl oldu. Bir hareket ve âzâlarımda bir titreme meydana geldi. Bu zâtın Hacı Fehmi Efendi olduğunu hissedip yanımda oturan İsmâil Efendiye yavaşça; "Arkamızda bir zât oturuyor. Fehmi Efendi bu zât mıdır?" diye sordum. Bakıp; "İşte odur." deyince, bende öyle bir heyecan meydana geldi ki, anlatmak mümkün değil. Öyle mânevî bir hâle girdim ki, koca câmi sanki bana dar geldi. Dönüp mübârek yüzüne bakamıyordum. Bakmadan da edemiyordum. Izdırabımdan terlemeye başladım. İsmâil Ağa; "Çok muzdarip oldun sebebi nedir?" dedi. "Arkamda oldukları için muzdarip olduğumu söyleyince; "Hazret-i Şeyh hoş görür. Böyle şeyleri aramaz, üzülme." dedi. Halbuki benim ızdırabım başka bir sebepten ileri geliyordu.Nihâyet ezân okundu. Namaz için kalktık, artık mübârek yüzünü görmek mümkündü. Ama başımı nasıl çevirip de bakabilirdim. Edebimden dönüp bakamadım. Namazdan sonra içimden bir âh çektim. İsmâil Ağa bana; "Sen bu hâl ile nasıl evlerine gidebileceksin?" deyince, artık ister istemez gideceğiz, dedim. "Fazla oturmayalım. Hizmetçiye de ten- bih edelim bizim için tütün çubuğu da doldurmasın." dedim. İsmâil Ağa; "Hazret-i şeyhin âdeti öyle değil muhakkak çubuk doldurtur." dedi. Ben içeri girerken hizmetçiye içerde benim için sakın çubuk doldurma diye tenbih ettim.
Nihâyet İsmâil Ağa önde ben de arkasında uzun bir merdivenden çıktık. Oturdukları oda uzun bir oda olup, odada İbrâhim Paşa ve dört beş kişi daha misâfir vardı. İsmâil Efendi odaya önce girdi. Fehmi Efendinin huzûruna girince, mübârek yüzüne baktım. Uzun boylu, ince zayıf yapılı, buğday benizli, yüzünde nûr parlıyordu. Elini öpmek istediğimde âdeti olmadığından ve tevâzu gösterip öptürmek istemediler. Öpmek nasîb oldu. İsmâil Efendi; "Rûznâmeci efendidir." diyerek beni tanıttı. "Mâşâallah bârekallah." buyurdular. Sonra karşısına oturmamı emretti. Huzûrunda edeple oturdum, göz ucuyla yüzüne baktım. Hâlimi hatırımı sordu. Başım önüme eğik olduğu halde cevap veriyordum. Çok sıkıldığımdan terledim. Sıkıldığımı anlayıp bana bir şey söylemeyip diğer misâfirler ile konuştu. Bir müddet sohbetinde kaldıktan sonra müsâde istedik. Ayrılırken elini öpmek istedim, elini yukarı kaldırıp öptürmek istemedi. Fakat elimi biraz sıktılar. Âh âh milyonlarca âh! Hani "Hayâli cihan değer" diye bir söz vardır. İşte şimdi o hatıralarımın hayâli cihan değer. İşte bunları yazıp anlatırken o hayâl hâsıl oldu. Ağla gözlerim ağla! Hocam Fehmi Efendinin ayrılık derdiyle ağla! Huzûrundan ayrılırken müsâfeha edip elimi sıktıkları sırada kalbime şöyle yerleştirdiler ki: "Sen bizimsin, üzülme, mahzun olma!" İşte o andaki sevincim sevdiğine kavuşan kimsenin sevinci gibi pek ziyade oldu. Kan ter içinde huzûrundan ayrılıp dışarı çıktım. Huzûrunda bana nasîb olan mânevî hâli İsmâil Efendiye açmadım. Bir nazarlarıyla aşk-ı hakîkiye kavuşturdular.
İsmâil Ağa bana; "Artık bugün senin bayramındır. Abdüssamed Efendinin ziyâretine de gidelim." dedi. "O zât kimdir?" diye sorunca; "Terzi Baba´nın dâmâdıdır. Hem Terzi Baba´nın evini de görmüş olursun." dedi. Doğruca oraya gittik. Evi, Câmi-i kebîrin yakınında idi. Beş-altı merdiven basamağı çıktıktan sonra, büyük bir odada idiler. O beldenin âdeti üzere odada bir de ocak vardı. Orayı görünce, içimden aynen İstanbul´daki Merkez Efendinin çilehânesine benziyor düşüncesi geçti.
Abdüssamed Efendi bir köşede oturuyordu. Leblebici Baba da yanındaydı. Başka misâfirler de vardı. Huzûruna girince, elini öpmek istedim, öptürmediler. Karşılarına oturdum. Fakat Hacı Fehmi Efendinin huzûrundaki gibi fazla hicap duymadım. Hürmet ve saygı göstererek konuşuyordum. İsmâil Efendi bu fakiri tanıtınca, memnun oldu. Abdüs- samed Efendi konuşurken gözlerini yumuyor arasıra açıp tekrar kapatı- yordu. Leblebici Baba ise siyah bir aba giyinmiş elindeki tesbihini çekiyordu. Huzurda bulunanlar edeple oturuyorlardı. Bir müddet sohbetten sonra müsâde alıp ayrıldık. Sonra İsmâil Efendi ile bizim eve gittik. Bu zâtların hayatlarından ve menkıbelerinden anlatmasını istedim.
İsmâil Efendi, Muhammed Vehbi Hayyât hazretlerinin hayâtını uzun uzadıya anlatıp sözünü bitirdi fakat bu fakirin de işini bitirdi. Yâni gönlüm tamâmiyle Vehbi Hayyât hazretlerine meyl ve muhabbet ederek gece gündüz âh u figânım arttı. Ertesi günü vazîfe yerime gittim. Bedenen vazîfe mahallim olan yerdeyim, fakat aklım, rûhum Muhammed Vehbi Efendideydi. Olup bitenleri vazîfe arkadaşım Şerif Efendiye anlattım. Bana; "İsmâil Efendinin nakl ve hikâyesinin hepsi doğrudur. Bu işler yakında olduğuna göre bu durumları bilenler çoktur. Hem de Hoca Fehmi Efendinin, Şeyh Hayyât hazretlerinin halîfesi olup, "Vehbi Efendinin makâmının Hacı Fehmi Efendiye ihsân olunduğunda dahi aslâ şüphe yoktur." dedi. İşte şimdi baştan başa ateş saçağı sardı. Fakat henüz yalnız olarak Fehmi Efendinin huzûruna gitmeye kuvvet ve cesâretim yoktu. Bu sebeple İsmâil Efendiye bir kere daha gidelim dedim. Bunun üzerine bir sabah gittik. Önceki gibi Hacı Fehmi Efendinin yine ellerini öptük. Sonra, içimden Hacı Fehmi Efendiye karşı çekingenlik hâlim gidip, bir ferahlık geldi. Bir ara kendisine baktığımda Allahü teâlâya yemîn ederim ki, o anda elimde olmayarak içimden bir aşk deryâsı zuhûr edip, iki gözümün pınarından yaş geldi. Hele ki kendimi zabtederek sırrımı, içimde olanları dışarı vurmadım. Biraz sonra İsmâil Efendinin işâreti ile izin isteyip huzurdan ayrıldık. İsmâil Efendiye; "Benzeri cihana gelmemiş bir Yûsuf´a insan nasıl alâka, ilgi gösterirse, işte, şâhid ve bilmiş olun ki, Fehmi Efendi hazretlerine de öyle âşık oldum. Eğer bu aşk daha ilerlerse, bil ki, kalemi (rûznâmecilik vazîfesini) çoluk çocuğumu terk eder, onun kapısında hizmetkâr olurum." dedim. İsmâil Efendi; "Bu hususta korkum yoktur. Çünkü Hacı Fehmi Efendi hazretlerinin mânevî kuvvet ve kudretlerini iyi bildiğim için, sizi bu duruma varmaya bırakmazlar." dedi.
On beş-yirmi gün sonra İsmâil Efendiyi çağırıp, Fehmi Efendi ve daha başkalarını bir akşam yemeğine dâvet etmek istiyorum. Aceb Fehmi Efendi kabûl ederler mi?" dedim. "Kabûl ederler." dedi. İsmâi Efendi ile berâber huzûruna varıp arz ettik. Kabûl buyurdular. Oradan Abdüssamed Efendi, Leblebici Baba, Hacı Hafız Efendi, Abdülbâki Baba ve diğer ihvâna giderek hepsini dâvet ettim. Ertesi günü akşam yemeğine teşrif ettiler. Yemekten sonra sohbet başladı. Fakir de şöyle bir köşede ayakkabılık tarafında oturdu. O âna kadar az çok ehl-i tarik ile muhabbetimiz olmuş ise de onların birisinden işittiğim bâzı sözler fakiri o kadar benden aldı ki, doğrusu aklım ve fikrim başka bir çeşit oldu. Abdüssamed Efendi beni kasdederek buyurdular ki:
"Rûznâmeci Efendiyi kimseye vermem. Benim olsun." dedi. Vehbi Hayyât Efendinin dâmâdı olduğu için Fehmi Efendi ona çok hürmet gösterirdi. Buyurdular ki; "Rûznâmeci duâcınız, buna fevkalâde teşekkür eder. Siz kabûl buyurursanız." dediler. Hepsinin ellerini teker teker öptüm. İşte o dâvet sâyesinde biraz onlara alıştım. Fakat yine yüzlerine bakamazdım. Önüme bakarak gâyet edepli arzederdim. Ertesi gün Abdüssamed Efendi hazretlerine gittim. Merhamet ve lütuflarının çokluğundan bana zikr yapmayı ve daha başka şeyleri öğretip, teveccüh buyurdular. Bu sırada kalbim harekete geldi. Fakat bir başka âleme girdim. Başka bir renge boyandım.
Oradan Fehmi Efendinin yanına geldim. Onlar da gâyet memnun olup duâ buyurdular. İşte elden geldiği ve gücüm yettiği kadar zikr ile meşgûl oldum. İçimizdeki muhabbet git-gide artıyordu. Hacı Fehmi Efendinin yanında bir köşede boynumu eğip zikr ile meşgûl oldum.
Hacı Fehmi Efendinin âdetleri üzere yanlarında dâimâ Muhamme- diyye kitabını okuturlardı. Erzurumlu bir derviş olan İsmâil Efendi vardı. Sesi gâyet güzeldi. Muhammediyye´yi ona okuturlardı. Orada bulunanla- rın hepsi gözlerini yumup murâkabe hâlinde dinlerlerdi. Kendileri de mu- râkabeye dalar bu âlemden çıkardı. Muhammediyye´yi bir saat kadar okuturdu. Muhammediyye okunması tamam olunca, herkes donmuş kalmış gibi olurlar, sonra kendilerine gelirlerdi. Fakir, Hacı Fehmi Efen- dinin himmetiyle az zamanda hayli terakkî edip ilerleyerek, nice senelik müridler, talebeler gibi oldum.
Hacı Fehmi Efendi, kendisine talebe olmaya gelenler için; "Benim gibi zavallı birinin dervişi mi olur. Biz kendimiz dervişiz. Ancak ihvân-ı din gelip, gönüller böyle arzu ediyor. Fakir de elinden tutup hocam Veh- bi Hayyât hazretlerinin sürüsüne katıyorum. Yalnız fakirin hizmeti dışa- rıda kalan koyunları birer birer hazret-i Hayyât´ın sürüsüne katmaktır. Oradan ötesine karışmam. O sürünün çobanı vardır. Benim işim onlara teslimdir." buyururlardı.
Hindistan´ın büyük velîlerinden Kerîmüddîn Bâbâ Hasan Ebdâlî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ilk tahsîline memleketinde başladı. Daha son- ra Lâhor´a gitti. Zâhirî ilimleri tahsîl ederken hatırına; "Bu hâlde ölürsem Hak teâlâyı bilmeden, tanımadan ölmüş olurum." düşüncesi geldi ve tahsîli bıraktı. Memleketine dönüp, tâat ve ibâdetle meşgûl oldu. İçine doğru yolu gösterici bir âlim bulup, onun vesîlesiyle velîlik yolunda iler- lemek arzusu düştü. Bir gece rüyâda, Yûsuf aleyhisselâmın güzelliğini andıran, pek güzel ve vekârlı bir büyüğün mübârek sûretini gördü. Hatırından bu zâtın talebesi olmayı geçirdi. Uyanınca, hayret edip; "Bu büyüğü nerede bulabilirim." dedi. Kendi kendine; "Rüyâda her görünen, uyanıklıkta zuhûr etmeyebilir." dedi.
Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır
Allah’ın sevgisini tatmadan sakın bu fâni dünyadan göçmeyesin.
O’nun sevgisinin tadı, yiyecek ve içeceklerde bulunmaz.
Çünkü bunlardan istifade etmede kâfirlerle hayvanlar sana ortaktır. Sen Allah’ın zikrinin tadını almakta ve cem makamına muvaffak olmakta meleklere ortak ol.
Ruhlar, nefislerin serpintilerine tahammül edemez. Dünya leşine battığında bu halinle ‘ın huzuruna çıkmaya layık olamazsın. Çünkü günahla kirlenmiş olanlar Allah’ın huzuruna alınmazlar.O halde kalbini temiz tut ki, gaybın kapıları sana açılsın.
Günah işlemeyi bırakıp, zikir ve tevbe ile Allah’a dön.
Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır. İnsanların birbirine karşı iyi ve dostça davranışları olmasaydı, bunları sana anlatmazdım.
Rabiatü’l-Adeviyye:’Bu kapı ne zaman kapandı ki açılsın.
‘demiştir. Fakat ey kişi! Bu seni Allah’a ulaştıran kapıdır.
Kalbinin Allah’ın birliğinden habersiz ve bu konuda dikkatsiz olmasından sakın.
Zikredenlerin birinci basamağı, Allah’ın birliğini ve tekliğini anmaktır.
Zâkirlere kapının açılması ancak ‘ın birliğini anmalarından dolayıdır.
O’nun rahmetinden kovulanlar da ancak yaptıkları işin önemini kavramaksızın, körü körüne, bilinçsizce Allah’ı zikrettikleri için kovulmuşlardır.
Zira Allah’ı zikirde sana ancak nefsin muhalefet eder. Yaratıklara olan sevgin ne çok, Allah’a olan sevgin ise ne az!
Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevme kapısı sana açılmış olsaydı, elbette seni şaşırtan çok şeylere tanık olurdun.
Gecenin ortasında uykuyu bölüp, kıldığın iki rekât namaz, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Hastaları ziyaret etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Cenaze namazını kılman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Müslüman kardeşine yardım etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Eziyet veren şeyleri yoldan uzaklaştırman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Yere bırakılmış kılıcın onu savuracak bir kola ihtiyacı vardır. Senin için Allah’ı zikirden daha faydalı ibadet yoktur.
Çünkü zikir ayakta duran, rükû ve secde yapamayan yaşlılar ve hastalar için de kolay bir ibadettir.
Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağını, âlimler ve hikmet sahipleri sana öğretirler
.
Sen hiç satın alınır alınmaz hizmet etmeye elverişli köle gördün mü?! Bilakis o önce bir eğitimciye verilir de o onu eğitir, ona edep ve terbiye kazandırır.
Eğitim ve terbiyeyi başarıyla tamamladığında hükümdara hizmet etmeye başlar. Velilerin yaptığı da budur.
Öğrenciler, onların himmetiyle huzura varacakları güne kadar onlarla beraber olurlar.
Yüzme hocası, birine yüzmeyi öğreteceği zaman o kişi yalnız başına yüzebilecek seviyeye gelinceye kadar onunla yanyana yüzer.
Artık o yüzmeye başladığında ise onu korkusuzca denize salabilir.
‘Peygamberler, veliler veya salihler vasıtasıyla Allah’a yaklaşılamaz.’
diyen düşünceden uzak dur.
Kuşkusuz Allah kendine ulaşmak isteyenler için onları vesile kılmıştır.
Velilerden sadır olan, su üzerinde yürümek, havada uçmak, gizli şeyleri haber vermek ve suyun kaynayıp çıkması gibi harikulade haller, peygamberin doğruluğuna şahittir.
Çünkü velilere verilen kerametler, peygamberlerinden dolayıdır.
İbn Ataullah İskenderî
Yazar: Güllerin Efendisi
Allah'ın Rahmeti ve Bereketi Hepimizin Üzerine Olsun.
Bu yazıya toplam 1 yorum yazılmış, sende yorum yazmayı unutma!
Ergin demişki;12/09/2012
Yüce Rabbimin Rahmeti ile Bütün İnsanları Bağışlasın