º°¨¨°º©©º°¨¨°º©GÜLLERİNEFENDİSİ2.TR.GG©º°¨¨°º©©º°¨¨°º©
Mürid-5
Şah Şücâ Kirmânî, bir gün Ebû Osman Hîrî ile birlikte zamânın meşhûr velîlerinden Ebû Hafs Haddâd´ın ziyâretine gitmişti. Ebû Hafs Haddâd´ın sohbetinde bulunmaya can atıyor, ona talebe olmayı çok arzu ediyordu. Ancak hocası Şah Şücâ´dan da müsâde istemekten çekiniyordu. Allahü teâlâya duâ edip o zâtın yanında kalmayı nasîb etmesini istedi. Misâfirlikleri sırasında bir gün Ebû Hafs Haddâd gâyet neşeli bir hâlde Şah Şücâ Kirmânî´ye; "Bu genci burada bırak. Bu bizim hoşumuza gitti, onu sevdik." diyerek Ebû Osman Hîrî´yi istedi. Hocası onu kıramayıp kabûl etti. Onu bırakıp, memleketine döndü. Artık Ebû Osman Hîrî, Ebû Hafs Haddâd´ın talebesi oldu. Bir müddet ders ve sohbetlerine devâm etti. Bir gün hocası ona huzûrundan ayrılıp gitmesini söyledi. "Bir daha yanımıza gelmeni istemiyorum!" dedi. Ebû Osman Hîrî bu çetin imtihan karşısında edeple yerinden kalktı, bir şey söylemeden ve hocasına sırtını dönmeden geri geri yürüdü. Hocası gözden kayboluncaya kadar bu halde yüzünü dönmeden geriye doğru hem yürüdü hem de gâyet içli bir şekilde ağladı. Dergâhın eşiğine yakın bir yere bir çukur kazıp içine girmeyi ve buradan hocasını seyretmeyi, hocası emretmeyince bu çukurdan çıkmamaya karar verdi. O böyle âşık ve yanık bir halde kıvranırken, hocası Ebû Hafs Haddâd onun hâlini müşâhede edip yanına çağırdı. Yakın talebeleri arasına aldı. Ayrıca kızını verip kendine dâmâd yaptı. Ebû Osman Hîrî bu hocasının yanında kemâle erip büyük bir velî ve meşhûr bir mürşid-i kâmil, yetişmiş ve yetiştirebilen bir rehber oldu. Yaşayışı, sohbetleri, vâz ve nasîhatlarıyla insanlara Allahü teâlâ- nın emir ve yasaklarını anlattı. İnsanların dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmalarına vesîle oldu. Dergâhında pek çok kıymetli âlim yetişti.Ebû Osman Hîrî hazretleri buyurdular ki: "Bir mürşide, rehbere talebe olan kimsenin, samîmî değilse, günden güne betbahtlığı artar."
"Tasavvufta yetişmek isteyen mürid, talebe, tasavvuf erbâbı olanların ilminden bir şey işitir ve bu işittiği şeyle amel ederse, bu husus kalbinde ömrünün sonuna kadar istifâde edeceği bir hikmet olur. İşitip amel etmeyen kimse için ise, işittiği şey ezberlenen bir hikâye gibi akılda kalır ve zamanla unutulup gider."
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin önde gelen talebelerinden Muhammed Hâşim-i Keşmî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerinin yüksek babası Hâce Kâsım, o bölgenin büyüklerinden ve meşhûr âlimlerinden olup, Bedehşân pâdişâhı Mîrza Şahrûh´un hocalarındandır. Muhammed Hâ- şim, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine kavuşmasını, hocasının hayâtını yaz- dığı Zübdet-ül-Makâmât kitabının önsözünde şöyle anlatıyor: Devâmlı var olan ve O´ndan başkası O´nunla varlıkta duran Allahü teâlâya hamd ederim. Serâpâ nûr olan Peygamberimiz hazret-i Muhammed´e, Âline, Eshâbına, O´na tâbi olanların hepsine ve kıyâmete kadar O´nu sevenlere salât ü selâm ve iyi duâlar ederim.
İlim ve irfân kaynağı, gizli ve âşikâr hazîneler sâhibi, temkin ve edeb sofrasının efendileri, silsile-i zeheb halkasının mestolmuşları! Biliniz ki, kendi amelinden utanan bu hakîrin baba ve dedeleri, yüksek Kübreviyye yolunda idiler. Daha çocukluğumda, bu yolun büyüklerinden bâzılarının bereketli sohbetlerinde bulunmuştum. Fakat yaradılışım îtibâriyle ve aslî münâsebetim sebebiyle, daha gençliğimin, delikanlılığımın ilk zamanlarında gizli işâretler ve müjdelerle, kalbimi silsile-i zehebden olan Nakşi- bendiyye´nin büyüklerine bağladılar. Ümid gözüm onların rahmet ve bereketi ile açılınca, bu büyük yolun yol göstericilerinden hangisinin, bu âcizin kolundan tutacağını bilemiyordum. Bu azîz ve çok yüksek silsileye girmek isteyenleri kabûl edenlerden hangisinin, bu kâbiliyetsizi, kerem ve ihsân ederek kabûl edeceğini anlayamıyordum. Bu düşüncenin devâm ettiği günlerde, o makâmlara kavuşmak istemenin verdiği arzû ile, elem ve sıkıntı içinde, dâimâ; "Haydi! Atımı hazırlayın, muhakkak Hindistan´a gitmem lâzımdır." diyordum. Mevlânâ buyurur ki:
Beyt:
Hindistan´ı rüyâmda gördüğüm günden beri,
Ümid gözüm açıldı, harâb buldum her yeri.
Bu elemlerden ve şuursuzca söylenen sözlerden sonra, vaziyetim şöyle oldu. İster istemez kendimi tutamayıp, Hindistan´a geldim. Bir sene sonra bir gece bir mecliste, geçmiş evliyânın acâib hâlleri, garib tasarrufları üzerinde konuşuluyordu. Kalbimden geçti ve hattâ zannediyorum, dilimle; "Bu azâmetli hakîkat, yalnız eski zamanlarda ve eski insanlarda olup, bugün bir cevher mevcûd değildir. Yâhut zamânımızda da vardır, ama bizim gibi kâbiliyetsizlerin idrâk gözlerinden saklıdır." dedim.
Beyt:
Ya güzellerin kalbinde ehl-i dile meyl kalmadı.
Ya âşıklar diyârında bir sâhib-i dil kalmadı.
Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır
Allah’ın sevgisini tatmadan sakın bu fâni dünyadan göçmeyesin.
O’nun sevgisinin tadı, yiyecek ve içeceklerde bulunmaz.
Çünkü bunlardan istifade etmede kâfirlerle hayvanlar sana ortaktır. Sen Allah’ın zikrinin tadını almakta ve cem makamına muvaffak olmakta meleklere ortak ol.
Ruhlar, nefislerin serpintilerine tahammül edemez. Dünya leşine battığında bu halinle ‘ın huzuruna çıkmaya layık olamazsın. Çünkü günahla kirlenmiş olanlar Allah’ın huzuruna alınmazlar.O halde kalbini temiz tut ki, gaybın kapıları sana açılsın.
Günah işlemeyi bırakıp, zikir ve tevbe ile Allah’a dön.
Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır. İnsanların birbirine karşı iyi ve dostça davranışları olmasaydı, bunları sana anlatmazdım.
Rabiatü’l-Adeviyye:’Bu kapı ne zaman kapandı ki açılsın.
‘demiştir. Fakat ey kişi! Bu seni Allah’a ulaştıran kapıdır.
Kalbinin Allah’ın birliğinden habersiz ve bu konuda dikkatsiz olmasından sakın.
Zikredenlerin birinci basamağı, Allah’ın birliğini ve tekliğini anmaktır.
Zâkirlere kapının açılması ancak ‘ın birliğini anmalarından dolayıdır.
O’nun rahmetinden kovulanlar da ancak yaptıkları işin önemini kavramaksızın, körü körüne, bilinçsizce Allah’ı zikrettikleri için kovulmuşlardır.
Zira Allah’ı zikirde sana ancak nefsin muhalefet eder. Yaratıklara olan sevgin ne çok, Allah’a olan sevgin ise ne az!
Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevme kapısı sana açılmış olsaydı, elbette seni şaşırtan çok şeylere tanık olurdun.
Gecenin ortasında uykuyu bölüp, kıldığın iki rekât namaz, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Hastaları ziyaret etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Cenaze namazını kılman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Müslüman kardeşine yardım etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Eziyet veren şeyleri yoldan uzaklaştırman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Yere bırakılmış kılıcın onu savuracak bir kola ihtiyacı vardır. Senin için Allah’ı zikirden daha faydalı ibadet yoktur.
Çünkü zikir ayakta duran, rükû ve secde yapamayan yaşlılar ve hastalar için de kolay bir ibadettir.
Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağını, âlimler ve hikmet sahipleri sana öğretirler
.
Sen hiç satın alınır alınmaz hizmet etmeye elverişli köle gördün mü?! Bilakis o önce bir eğitimciye verilir de o onu eğitir, ona edep ve terbiye kazandırır.
Eğitim ve terbiyeyi başarıyla tamamladığında hükümdara hizmet etmeye başlar. Velilerin yaptığı da budur.
Öğrenciler, onların himmetiyle huzura varacakları güne kadar onlarla beraber olurlar.
Yüzme hocası, birine yüzmeyi öğreteceği zaman o kişi yalnız başına yüzebilecek seviyeye gelinceye kadar onunla yanyana yüzer.
Artık o yüzmeye başladığında ise onu korkusuzca denize salabilir.
‘Peygamberler, veliler veya salihler vasıtasıyla Allah’a yaklaşılamaz.’
diyen düşünceden uzak dur.
Kuşkusuz Allah kendine ulaşmak isteyenler için onları vesile kılmıştır.
Velilerden sadır olan, su üzerinde yürümek, havada uçmak, gizli şeyleri haber vermek ve suyun kaynayıp çıkması gibi harikulade haller, peygamberin doğruluğuna şahittir.
Çünkü velilere verilen kerametler, peygamberlerinden dolayıdır.
İbn Ataullah İskenderî
Yazar: Güllerin Efendisi
Allah'ın Rahmeti ve Bereketi Hepimizin Üzerine Olsun.
Bu yazıya toplam 1 yorum yazılmış, sende yorum yazmayı unutma!
Ergin demişki;12/09/2012
Yüce Rabbimin Rahmeti ile Bütün İnsanları Bağışlasın