º°¨¨°º©©º°¨¨°º©GÜLLERİNEFENDİSİ2.TR.GG©º°¨¨°º©©º°¨¨°º©
NAFİLE NAMAZLAR İNCELİKLERİYLE!!!
Farz Namazların Sünnetleri Bayram İbadetleri Kurban Kesmek Teravih Namazı Sebebe bağlı olan Sünnetler Önemli Bir Not Namazlar, farz ve nafile olmak üzere iki kısımdır. Nafile, fazla olan şey demektir. Nafile namazlar da, farzların dışında kalan ve sevaplarıyla onları takviye eden ve tamamlayan namazlardır. Bu namazların bir kısmı mutlak nafilelerdir. Bunlar, kerahet vakitleri dışında her zaman ve her sayıda kılınabilirler. Bir kısmı da vakte veya sebebe bağlı olanlardır. Vakte bağlı olanların başında farz namazların sünnetleri gelir. Allah Rasûlü (sa), bu sünnetleri kılanlar için her gün cennette bir köşk yapıldığını haber vermiştir. 1- Sabah namazının sünneti. Bu sünnet, iki rek’attır ve sabah namazından önce kılınır. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Sabah namazının iki rek'at sünneti, bütün dünya ve içindeki şeylerden daha hayırlıdır." (Müslim) Şafaktan güneş doğuşuna kadar süren zamanda bundan başka sünnet yoktur. Ancak, abdest sünneti ve mescid tahiyyesi her zaman kılınabilirler. (Hanefî mezhebine göre, kerahet zamanlarında bu namazlar kılınmazlar. Kerahet zamanları sabah namazından sonra güneşin bir mızrak yükseldiği zamana kadarki süre, öğleden kısa bir zaman önce (istiva zamanı) ve ikindiden sonra akşama kadarki zamandır. Kerahet vakitleri böylece üç vakit olmuş olur. Ancak bu vakitlerin içinde iki vakit daha vardır ki, onlardaki kerahet daha şiddetlidir. Bunlar güneşin doğduğu ve battığı vakitlerdir.) Sözü edilen zamanda vaktin farz ve sünneti dışında Kur'ân okumak, zikir ve istiğfar etmekle meşgul olunmalıdır. Allah Teâlâ, cennet ehlini "Onlar, seher vakitlerinde istiğfar edenlerdir." şeklinde tarif ve medh etmiştir. Günün bu ilk vakti o gün için temel mesabesindedir. Temel sağlam olursa, onun üzerine gelen binada da hayır ve bereket olur. 2- Öğle namazının sünneti. Bu sünnet, dört rek'at namazdan önce, iki rek'at da ondan sonradır. Bazı âlimlere göre, namazdan sonraki sünnet de dört rek’attır. 3- İkindi namazının sünneti. Bu sünnet dört rek'attır ve namazdan önce kılınır. Allah Rasûlü (sa): "Allah, ikindi namazından önce dört rek'at sünnet kılana merhamet etsin." şeklinde dua etmiştir. (Ebu Dâvûd, Tirmizî, İbnu Hibban) Allah Rasûlü'nün makbul olan bu duasına nail olmak için ikindi sünneti kılınmalıdır. Ancak, onun derecesi, daha öncekilerin altındadır. 4- Akşam namazının sünneti. Bu sünnet iki rekâttır ve namazdan sonradır. Şafiî mezhebine göre, bu sünnetin derecesinde olmamakla birlikte, namazdan önce de iki rekat sünnet vardır. Çünkü Allah Rasûlü (sa), "Kılmak isteyenler için, her ezan ve kamet arasında namaz vardır." buyurmuştur. (Müttefekun aleyh) (Hanefîler, bu hadis-i şerife dayanarak, yatsı namazından önce de dört rek'at sünnet kılarlar.) Akşam namazı vakti, düz olan yerde güneşin batması, dağlık olan yerde ise, doğu ufkunda karanlığın oluşmasıyla başlar ve batı ufkundaki kızıl şafağın kaybolmasına kadar devam eder. Ancak namazı buraya kadar geciktirmek mekruhtur. 5- Yatsı namazının sünneti. Bu sünnet iki rek’attır ve namazdan sonra kılınır. Bazı âlimlere göre bu sünnet dört rek’attır. Çünkü, rivayet edildiğine göre, Allah Rasûlü (sa) yatsı namazından sonra dört rek'at sünnet kılar ve ondan sonra yatardı. (Ebu Dâvûd) (Allah Rasûlü (sa), vitir namazını gece kılardı.) 6- Vitir namazı. Bu namazın vakti yatsı farzından sonra başlar, şafak öncesine kadar devam eder. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Vitir namazı kızıl develerden daha hayırlıdır." (Ebu Dâvûd, Tirmizî) Ortalaması üç rek'at olan bu namaz Şafiî mezhebine göre sünnet, Hanefî mezhebine göre vaciptir. Allah Rasûlü (sa), zamm-ı sûre olarak bu üç rek'atın ilkinde "el-A'lâ" sûresini, ikincisinde "el-Kâfirûn" sûresini, üçüncüsünde de "İhlâs" sûresini okurdu. Kendisi vitri on bir rek'at olarak gece kılardı. Bu namaz aynı zamanda onun teheccüd namazını oluştururdu. Onun ara sıra vitri bir rek'at, üç rek'at, beş rek'at olarak kıldığı da rivayet edilmiştir. 7- Duhâ Namazı: Bu namazın vakti, güneşin bir mızrak miktarı yükselmesinden istiva vakti öncesine kadar devam eder. Kuşluk namazı da denilen bu namazın azı dört, ortası altı, çoğu sekiz rek’attır. Allah Rasûlü’nün duha namazını bu üç şekilde de kıldığı rivayet edilmiştir. 8- Akşam ve yatsı namazları arasını ihya etmek sünnettir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Akşam ve yatsı namazları arasındaki namaz "evvâbîn" namazıdır. İsteyen onu kılsın." (İbnu Mübarek), "Kim, akşam ve yatsı arasını bir mescitte Kur’ân okumak ve namaz kılmakla geçirirse, Allah Teâlâ ona cennette iki köşk yaptırır. Bu köşklerden her birinin binaları yüz senelik mesafeyi kaplar ve bahçeleri bütün dünya ehlini içine alır." (Ebul Velid Es-Saffâr) Allah Rasûlü’nün bu iki namaz arasında altı rek'at sünnet kıldığı rivayet edilmiştir. "Namaz en hayırlı ameldir. Artık dileyen çok namaz kılsın, dileyen az kılsın." (Ahmed, İbnu Hibban, Hâkim) Namaz Sünnetlerini Kaza Etmek Farz namazların sünnetlerini kaza etmek müstehabtır. Çünkü Allah Rasûlü (sa) bunu yapmıştır. Rivayet edildiğine göre, kendisi bir gün ikindi namazından sonra iki rek'at namaz kılmıştır. Onu görenler: "Ey Allahın Rasûlü! Sen ikindiden sonra sünnet kılmayı nehyetmedin mi?" diye sorunca da şöyle demiştir: "Bu kıldığım namaz, öğle sünnetinin (bir rivayette de, ikindi sünnetinin) kazasıdır. Gelen heyetle meşgul olduğum için onu kaçırmıştım." (Müttefekun aleyh) "Allah Rasûlü (sa), hastalık veya uykuda kalmak sebebiyle kılamadığı gece sünnetini (teheccüd namazını) de sabahleyin kaza ederdi." (Müslim) 1- Bayram namazı. Ramazan ve Kurban bayramlarının namazları, İslâm dininin şeâir'indendir. Bu namazlar, Şafiî mezhebine göre müekked (tekidli) sünnet, Hanefî mezhebine göre ise vaciptirler. Bayram gecelerini ihya etmek de sünnettir. 2- Teşrik tekbirleri. Bu tekbirler, Kurban bayramından bir gün önceki Arefe gününün sabah namazından başlar, Şafiî mezhebine göre bayramın üçüncü günü, Hanefî mezhebine göre ise bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar okunurlar. Bu tekbirleri okumak Şafiî mezhebine göre sünnet, Hanefî mezhebine göre ise farz namazlarından sonra vaciptir. Bayram günleri ve geceleri boyunca bu tekbirleri çokça okumak müstehabtır. Bunlar Ramazan bayramında da bayram gecesinden başlayarak bayram namazı kılınıncaya kadar okunurlar. 3- Bayram günü yıkanmak ve temiz elbise giymek. Her zaman olduğu gibi, bu gün de erkeklerin güzel koku sürünmeleri müstehabtır. Allah Rasûlü (sa), kadınların diğer namazlarını evlerinde kılmalarını tavsiye ederken, bayram namazına çıkmalarını isterdi. (Müttefekun aleyh) 4- Mekke ve Kudüs dışında bu namazı açık arazide kılmak. Havanın yağmurlu olması halinde, onu kapalı mekânda kılmanın da sakıncası yoktur. Açık araziye çıkamayan zayıf kimselerin namazı mescitte kılmaları da uygundur. 5- Namaz yerine bir yoldan gidip başka bir yoldan dönmek ve giderken tekbir getirmek. Bayram namazının vakti, Şafiî mezhebine göre güneşin doğmasıyla, Hanefî mezhebine göre ise bir mızrak (metre) kadar yükselmesiyle başlar ve istiva (gün ortası) öncesine kadar devam eder. İmamın Ramazan bayramında namazı geç, Kurban bayramında ise erken kıldırması müstehabtır. Çünkü, birincisi bayramda namazdan önce fıtır sadakası verilir; ikincisinde ise, namazdan sonra kurban kesilir. Allah Rasûlü (sa), Necran'da bulunan Amr İbni Hazm'a gönderdiği tebliğde, "Kurban bayramı namazını erken, Ramazan bayramı namazını geç kıl!" talimatını vermiştir. (eş-Şâfiî) Bayram namazının özel tekbirleri Şafiî mezhebine göre, namazın asıl tekbirleri dışında birinci rek'atte yedi, ikinci rek'atte beştir. Hanefî mezhebine göre ise, her iki rek'atte de üçtür. Bu tekbirler birinci rek'atte Fatihadan önde, ikinci rek'atte ise Fatiha ve zamm-ı sûreden sonradırlar. İhram tekbirinden sonra "Veccehtu" ve "Sübhaneke" okunur; her iki tekbir arasında "Sübhanellahi vel-hamdu lillâhi ve lâ ilahe illellahu vellahu ekber." zikri okunur veya üç tesbih kadar durulur ve her tekbirle birlikte eller kulak seviyesinde kaldırılır. Hanefî mezhebine göre bu tekbirler de vaciptirler. Bayram namazları Şafiî mezhebine göre tek başına da kılınabilirler. Hanefî mezhebine göre ise, Cuma namazı gibi, cemaatle kılınmaları şarttır. Kurban bayramında kurban kesmek, Şafiî mezhebine göre müekked sünnet, Hanefî mezhebine göre ise zengin sayılan16 mukim (misafir olmayan) kimselere vaciptir. (Zengin sayılmak, zekât miktarı para veya mala sahip olmak demektir. Zekât miktarı ise seksen gram altındır.) Bu mezhebe göre, karı ve kocanın ikisi de zengin iseler, ikisinin de kurban kesmesi gerekir. Koç kesmek evlâdır. Allah Rasûlü (sa) iki güzel (kusursuz ve semiz) koç kurban etmiş ve onları kendi elleriyle keserek, "Bismillâhi Allahu ekber! Bunlar, benim ve kurban kesemeyen ümmetim içindir." demiştir. (Müttefekun aleyh) Kişi ve ev halkı kestikleri kurban etinden uzun süre yiyebilirler. Allah Rasûlü önce bunu fakirlerin çokluğu sebebiyle nehyetmişken, daha sonra ruhsat vermiştir. Ebu Eyyûb el-Ensârî (ra) şöyle demiştir: "Allah Rasûlü (sa) hayatta iken, bizler ev halkı adına kurban keser ve ondan hem kendimiz yer, hem de dağıtırdık." (Tirmizî, İbnu Mâce) Adak kurbanından ev halkı yiyemez. Adamak, istenen bir işin olması veya istenmeyen bir şeyin defolması halinde kurban vereceğini söylemektir. Böyle bir şart karşılığı olmaksızın bayramda kurban keseceğini söylemek adamak değildir. Ancak bununla birlikte, "İnşallah keseceğiz." demek daha evlâdır. Çünkü bazı âlimler, "İnşâallah" demeden kurban keseceğini söylemeyi de adamak kabul etmişlerdir. Not: Bu son dönemde kötü bir gelenek oluşmuştur. Kurban kesenler, ibadet yaptıklarını unutur, kavurma hazırladıklarını zannederler. Onun için de kestikleri kurbandan dişe dokunur bir şey dağıtmazlar. Bu çok yanlıştır. Allah Teâlâ, kimsenin kendi kendine kavurma yapmasını ne emreder, ne de bundan dolayı sevap verir. Emredilen kurban fakir, muhtaç ve konu komşuya açılmayı hedefleyen bir ibadettir. Şeytan bir ibadetin yapılmasını önleyemediği zaman, onu bir şekilde dejenere etmeye çalışır. Bu durumda müslümanlar âlimlerin söz ve uyarılarını dinlenmezse, şeytanın oyuna gelir ve onun açtığı tuzağa kurbanlarıyla beraber düşerler. Ortalaması yirmi rek'at olan bu namaz müekked sünnettir. Daha fazla veya daha az sayıda da kılınabilir. Onu cemaatle mi, yalnız mı kılmanın daha efdal olduğu hususu tartışılmıştır. Tercih edilen görüşe göre, onu cemaatle kılmak daha efdaldir. Çünkü cemaat rahmet ve berekettir. Cemaatle yapılan ibadetler daha kolay yapılır ve daha feyizli olurlar. Bu sebeple, farz namazları da cemaatle kılınırlar. Allah Rasûlü (sa), bu namazı iki veya üç gece mescitte birkaç ashâbıyla birlikte kılmıştır. Fakat, rağbetin artması ve cemaatin çoğalması üzerine, "Böyle giderse, bu namazın size farz kılınmasından korkarım." demiş ve ondan sonra bu namazı evde, tek başına kılmıştır. Kendi hilâfeti döneminde Hz. Ömer (ra), artık farz kılınması ihtimali kalmadığı için bu namazı cemaatle kıldırmıştır. Şafiî mezhebine göre bu namazı ikişer rek'at, Hanefî mezhebine göre ise, dörder rek'at halinde kılmak evlâdır. Şafiî mezhebine göre, Ramazan ayının son yarısında vitrin son rek'atında kunut okumak da müstehabtır. Hanefî mezhebine göre ise, her zaman vitirde kunut vaciptir. Şafiî mezhebine göre kunut rükûdan sonra, Hanefî mezhebine göre ise ondan öncedir. Recep ayının ilk Cuma gecesinde ve Şaban ayının on beşinci gecesinde de namaz kılmanın müstehab olduğu rivayet edilmiştir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Şabanın on beşinci gecesini ihya edin; onun gününde (ondan sonraki gün) de oruç tutun." (İbnu Mâce) 1- Güneş ve Ay tutulması Namazları Güneş veya ayın tutulması zamanında namaz kılmak sünnettir. Allah Rasûlü’nün oğlu İbrahim'in vefatı sırasında güneş tutulmuştu. Eski inançların etkisiyle bazı kimseler, "Güneş İbrahim'in ölümünden dolayı tutulmuş." dediler. Bunların bu söylediklerini duyan Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurdu: "Güneş ve ay Allah Teâlâ’nın âyetlerinden iki âyettirler. Bunlar bir kimsenin ölmesi veya doğması için tutulmazlar. Tutulduklarını gördüğünüz zaman Allah Teâlâ’nın zikrine ve namaza sığının." (Müttefekun aleyh) Bu namaz iki rek’attır ve her rek'atında iki rükû vardır. Birinci rükûdan sonra ayakta yine Fatiha ve zamm-ı sûre okunur ve ikinci rüku'a gidilir. İkinci rükûdan sonra da secde yapılır. Namazı müteakiben iki hutbe okunur ve Allah Teâlâ’nın büyüklüğü anlatılır; cemaat tevbe etmeye, hayır yapmaya ve sadaka vermeye teşvik edilir. Güneş tutulmasında kıraat gizli, ay tutulmasında ise açıktır. Çünkü birinci olay gündüz, ikincisi gece meydana gelir. 2- Yağmur Namazı Bu namaz da iki rek’attır. Cemaat halinde ve açık arazide kılınır. Namazdan sonra hutbe okunur ve halk günahlardan tevbe etmeye, zulümlere son vermeye ve Allah Teâlâ’nın hoşuna giden sâlih ameller işlemeye teşvik edilir. Bu namaza çıkmadan önce üç gün oruç tutmak, birbirleriyle helâlleşmek ve hayır işleri yapıp sadaka dağıtmak müstehabtır. Bu namaza, bayram namazının aksine, eski elbiseler ve hüzünlü yüzlerle çıkılır. Çocuklar, yaşlılar ve gıdasız kalan hayvanlar da çıkarılır. Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir sözde şöyle denilmiştir: "Süt emen bebekler, beli bükülmüş ihtiyarlar ve ot yiyen hayvanlar olmasa, Allah Teâlâ, üzerinize (yağmur yerine) oluk oluk azap yağdırırdı." İmam, yağmur duasında şunları söyler: "Allah'ım! Sen dua etmemizi emrettin ve kabul edeceğini va'dettin. İşte biz, emrettiğin gibi dua ettik, sen de va'dettiğin gibi kabul et. Allah’ım! İşlediğimiz günahları affetmek, dualarımızı kabul etmek, bize su vermek ve rızkımızı genişletmek suretiyle bize minnet et." Yağmur namazına çıkmadan önceki üç günde de, farz namazlardan sonra yağmur duası yapmak tavsiye edilir. 3- Cenaze Namazı Cenaze namazı, dört tekbir ile kılınır. Bu tekbirler dört rek'atlı namazların rek'atları yerindedir. Bir kişinin bu namazı kılması farz-ı kifâyedir. Bu kadarıyla farz olduğu için, bu namaz diğer sünnetlerden üstündür. Bu namazı kılanların sayısı ne kadar çok olursa, ölünün istifadesi de o kadar çok olur. Kureyb şunu anlatmıştır: "Abdullah İbni Abbas'ın bir oğlu ölmüştü. Kendisi bana, "Çık da bak, namaz için kaç kişi toplanmıştır." dedi. Çıkıp baktım ve geri döndüm. Kendisi bana: "Kırk kişi var mı?" diye sordu. Ben, "Evet, vardır" dedim. Bunun üzerine kendisi şunları söyledi: "Öyleyse, cenazeyi çıkarıp namazını kılın. Çünkü ben, Allah Rasûlü’nden şunu duydum: "Müslüman bir kimse ölür de, kırk tevhid ehli mümin onun namazını kılarlarsa, Allah Teâlâ bunların ona yaptıkları duayı kabul eder." (Müslim) Cenaze namazında birinci tekbirden sonra Fatiha okunur; ikinci tekbirden sonra salavât getirilir; üçüncü tekbirden sonra ölüye dua edilir; dördüncü tekbirden sonra da selâm verilir. Şafiî mezhebine göre bu namazın bu şekilde kılınması farzdır. Hanefî mezhebine göre ise, bu namazda dört tekbir ve selâm farz; kıraat, salavât ve duâ sünnettir. Avf İbni Mâlik (ra) şunu söylemiştir: "Allah Rasûlü (sa) bir cenaze üzerinde namaz kıldı ve ona dua etti. Ettiği dua o kadar hoşuma gitti ki, o cenazenin kendim olmasını temenni ettim. Duasının şu kısmı hafızamda kalmıştır: 'Allah'ım! Onu mağfiret et ve ona merhamet et; ona afiyet ver ve onu affet; onu güzel karşıla ve yerini genişlet; onu su, kar ve dolu ile yıkanmış gibi (günahlarından) temizle; ona buradaki evinden daha hayırlı bir ev, buradaki ev halkından daha hayırlı ev halkı ve buradaki eşinden daha hayırlı bir eş ver; onu cennete yerleştir; kendisini kabir azabından ve cehennem azabından koru." (Müslim) Cenazeyi gömüp defnettikten sonra da ona şöyle dua etmek müstehabtır: "Allah'ım! Bu kulundur, sana geri çevrilmiştir, ona şefkat ve merhamet et. Allah'ım! Yeri onun yanlarından uzaklaştırıp genişlet, gök kapılarını onun ruhuna aç ve onu kendi tarafından güzel bir şekilde kabul et. Allah'ım! Eğer o iyi bir kulsa, onun iyiliklerini çoğalt ve eğer kötü bir kulsa hatalarını bağışla." 4- Tahiyyet'ül-Mescid Türkçe olarak "mescid hediyesi" demek olan bu namaz, mescide girişte kılınan bir namazdır. Mescide giren kişi, oturmadan önce başka bir namaz kılmazsa, iki rek'at "mescid hediyesi" kılması müekked (tekitli) bir sünnettir. (Hanefî mezhebinde de bu namaz sünnet iken, Hanefîlerin bunu kılmamalarının sebebi ne ola ki!) Bu namaz o kadar önemlidir ki, Cuma günü hutbe okunurken içeri giren bir kimse, başka hiçbir namaz kılamadığı halde, bunu kılması emredilmiştir. Şafiî mezhebine göre, bu namaz kerahet vakitlerinde de kılınır. Bu namazı kılamayacağı için abdestli olmayan bir kimsenin mescide girmesi mekruh sayılmıştır (Cünüp olanın ise Hanefî mezhebine göre mescide girmesi, Şafiî mezhebine göre ise mescitte durması haramdır). Kerahete rağmen bu kimse mescide girerse, dört kere "Sübhânellahi vel-hamdu lillâhi ve lâ ilahe illellahu vellahu ekber" zikrini okuması tavsiye edilmiş ve bunun iki rek'at namaz değerinde olduğu söylenmiştir. 5- Abdest Namazı Alınan bir abdestle hemen bir namaz kılınmazsa, iki rek'at abdest namazı kılmak müstehabtır. Çünkü, abdest namaz kılmak için alınır. Halbuki, hemen bir namaz kılınmazsa, alınan abdest bir sebeple bozulup boşa gidebilir. Allah Rasûlü (sa), Mirâc gecesinde cennete girerken orada Bilâl'i görmüştü. Bunu anlatarak Bilâl'a, "Ne yaptın da benden önce cennete gittin?" diye sordu. Bilâl, "Bilmiyorum. Fakat, her abdestten sonra mutlaka iki rek'at sünnet kılarım." diye cevap verdi. (Müttefekun aleyh) 6- İstihare Namazı İstihare, hayırlı olanı aramak ve istemek demektir. Bir kimse, bir iş yapmayı düşünürken onun hayırlı olup olmadığını bilmezse, iki rek'at istihare namazı kılması ve hayırlı ise bu işin olması için dua etmesi müstehabtır. Câbir İbni Abdullah (ra) şöyle demiştir: "Allah Rasûlü (sa), bize Kur’ân sûrelerini öğrettiği gibi, istihare namazını da öğretirdi." (Buharî) İstihareye karar veren kimse, iki rek'at namaz kılar, birinci rek'atta Fatiha'dan sonra "Kâfirûn" sûresini, ikinci rek'atta da "İhlâs" sûresini okur. Selâm verince de şöyle dua eder: "Allah'ım! İlminle bana hayırlı olanı takdir etmeni ve kudretinle onu yapmaya beni muktedir kılmanı büyük fazl ve keremine sığınarak istiyorum. Hiç şüphe yoktur ki, sen kudret sahibisin, ben güçsüzüm; sen ilim sahibisin, ben câhilim. Sen bütün gaybları (gizli şeyleri) bilensin. Allah'ım! Eğer bu düşündüğüm iş benim dinim ve dünyam için hayırlı ise, onu mukadder ve müyesser kıl ve benim için bereketlendir. Ve eğer o benim dinim ve dünyam işin şer ise beni ondan, onu da benden çevir ve bana hayırlı olanı mukadder kıl. Şüphesiz ki, sen her şeye kadirsin." (Bundan sonra, rağbeti o işi yapmak ve yapmamaktan hangisi üzerinde yoğunlaşırsa, onu yapar. Rüyada renk görme veya işaret alma gibi hususların aslı yoktur.) Bir hakîm (bilge, ermiş) şöyle demiştir: "Allah Teâlâ kime dört şey vermişse, ondan dört şey esirgemez. Şükür vermişse nimeti esirgemez; tevbe vermişse bağışlamayı esirgemez; istihare vermişse hayrı esirgemez; meşveret (bilene danışmak) vermişse isabeti esirgemez." 7- Önemli İşlerin Başında Namaz Kılmak Önemli işlerin başında iki rek'at namaz kılmak müstehabtır. Bu cümleden olmak üzere ihram'a girerken, yolculuğa çıkar ve dönerken, evden çıkıp girerken, gerdeğe girerken, idama giderken bu namaz kılınır. Bazı sâlih kimseler, yemekten önce de bu namazı kılarlardı. Namaz kılınmadığı takdirde bu gibi işlere besmele, hamd ve salavât ile başlanmalıdır. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Allah ismi ile başlanmayan işler hayırsız ve bereketsizdirler." (Ebu Dâvûd, Nesaî, İbnu Mâce, İbnu Hibban) 8- İhtiyaç Namazı Din veya dünyası ile ilgili bir konuda dara düşen bir kimsenin iki rek'at hacet namazı kılması ve selâmdan sonra Allah Teâlâ'yı takdis ve tesbih ederek O'ndan merhamet ve yardım dilemesi müstehabtır. (Tirmizî) 9- Tesbih Namazı Allah Rasûlü (sa), bu namazı amcası Abbas'a övgü ile tavsiye etmiş ve şöyle demiştir: "Günahlarının affına vesile olacak olan bu namazı haftada bir, olmasa ayda bir, olmasa senede bir defa kıl." (Daha evvel geçti) Tesbih namazı dört rek’attır. Bu namazın özelliği, her bir rek'atında yetmiş beş kere, "Sübhânellahi vel-hamdu lillâhi ve lâ ilahe illellahu vellahu ekber" tesbihinin okunmasıdır. Bu sayının dağılımı ise şöyledir: Rükûdan evvel (Fatiha ve zamm-ı sûreden sonra) bu tesbih on beş kere, rükûda on kere, rükûdan kalkışta on kere, her bir secdede on kere, secdeler arasındaki oturuşta on kere, secdelerden sonraki oturuşta on kere okunur. Bundan sonra rek'at varsa ayağa kalkılır; bu son rek'at ise, teşehhüd okunup selâm verilir. Bu namaz gündüzün birlikte, geceleyin ise ikişer rek'at halinde kılınır. Çünkü Allah Rasûlü (sa), "Gece sünnetleri ikişer rek’attır." buyurmuştur. (Müttefekun aleyh) Tahiyyet’ul-mescit'ten sonra zikrettiğimiz namazlar kerahet vakitlerinde kılınmazlar. (Şafiî mezhebine göre, bu vakitlerde abdest sünneti de kılınabilir. Hanefî mezhebine göre ise, sünnetler gibi, kaza namazları ve cenaze namazı da bu vakitlerde kılınmazlar.) Kerahet vakitleri ise, üçü tenzihi, ikisi tahrimî mekruh olmak üzere beş vakittir. Bunlar sabah ve ikindi namazları sonrası, güneşin doğuş ve batış zamanları ve gün ortası (istiva) zamanıdır. Bu vakitlerde sünnet kılmanın mekruh olması iki sebepten dolayıdır. Birincisi, müslümanın bu vakitlerde ibadet eden bâtıl din mensuplarına benzememesi; ikincisi ise, namaz kılmaya karşı istek ve rağbetin yenilenmesidir. İnsan fıtratı, yasağı ve sınırı olmayan ve hep bir halde devam eden işlerden bıkmaya meyillidir. Allah Teâlâ bu yüzden âleme çeşitlilik koymuş ve ibadetleri (namaz, oruç, hac şeklinde) çeşitlendirmiştir. Hatta, bir çeşit ibadet olan namazı bile, melekler tarafından sabit bir şekilde kılınırken, insanlar için kıyam, rükû, secde, cülus gibi kısımlara ayırmıştır. Günün belli zamanlarında namaz kılmanın kerahet ölçüsünde yasaklanması da, namazdan usanmayı önler, ona karşı şevk ve isteği yeniler. Kerahet vakitlerinin ibadeti ise, zikir, tesbih ve istiğfardır. Mescid'ul-Haram'da kerahet vakti yoktur. Cuma günü de istiva vaktinde namaz kılmak mekruh değildir. İslâma hizmeti onu bozmak şeklinde sürdüren bazı kimselerin şamataları karşısında buraya küçük ve fakat önemli bir not düşürmek isterim. Allah'ın kelâmı olan Kur'ân Arapçadır. Önemine binâen onun bu vasfı (Arapça oluşu) on bir âyette tekrarlanmıştır. Namazda Kur'ân okumak farz olduğuna göre, onu Kur’ân’ın Arapça olan aslından okuma mecburiyeti vardır. Çünkü Kur'ân, Arapça olan bu asıldır. Tercüme, meal, tefsir ve yorumlar Kur'ân değildirler. Namazda farz olan şey, Kur'ân okumaktır. Okunan Kur’ân’ın mânasını bilmek ise farz değil, kemâldir. Yani, ibadet bununla ideâl şeklini kazanır, etkisi ve sevabı artar. O halde ideâl olan, Kur’ân'ı asıl şekliyle okumak ve fakat onun mânasını da ayrıca tefsir kitaplarından öğrenmektir. Bunu öğrenmek de hiç zor değildir. Çünkü namazda okunması farz veya vacip olan Fatiha suresi ve bir iki âyettir. Fatiha sûresi ise, birer kısa cümleden ibaret olan yedi âyetten oluşur. Bu âyetlerin toplamında Türkçede kullanılmayan yalnızca dört-beş kelime vardır. Namaz gibi büyük bir ibadeti mükemmel bir tarza ifâ etmek için dört beş kelimenin mânasını öğrenmek de kimseyi üşendirmemesi gerekir. Ezanda da durum budur. Onun için, Türkçe ibadet konusunda çıkarılan şamata, toplumun karşılaştığı ciddî bir sorun için çözüm arama gayreti değil, aksine, olmayan yerde sorun icad etme arzusunun eseridir. Kaldı ki, her hangi bir ibadette bir miktar zorluk bulunması zorunludur. Çünkü hiçbir zorluğu olmayan bir işle insanları sınamak anlamsızdır. Bedavadan sevap vermek de abestir. Allah Teâlâ ise mânâsız ve abes iş yapmaktan münezzehtir. Her şey bir yana, Türkçe ibadeti savunanlar, bunu hangi Türkçe ve kimin çevirisiyle yaptıracaklardır? Herkes, Kur'ân'ı anlayıp kendisi tercüme edemediğine göre, bu tercümeyi namaz kılanların yerine kim veya kimler yapacaktır? Böyle bir kapı açıldığı takdirde, bir sürü mealler yazılacak ve herkes beğendiği meal için, "Kur’ân’ın doğru mânası budur." diyecektir. Bu gibi keyfiliklerle vaktiyle, yüzlerce İncil çeşitleri ortaya çıkarılmış ve hakikî İncil'in aradan çekilip kaybolmasına sebebiyet verilmiştir. Meallerin çoğalması durumunda her beş kişi bir meali beğenecek ve namazlarında onu okuyacaklardır. Bunlar aynı mealle namaz kılmayanların cemaatine katılmayacaklar ve ya mescidleri terk edecek ya da aynı mescitte farklı namazlar kılacaklardır. Bundan da ötesi, Türkçe bilmeyenler veya bu dille ibadet etmek istemeyenler ne yapacaklar? Onlar da başka dillerde ve her dilin onlarca değişik lehçeleriyle yazılmış mealleri okuyacaklar ve sonuçta hiç kimse diğerinin arkasında ne namaz kılacak, ne de namazını doğru bulacaktır. Bu sonuç, İslâma ve müslümanlara düşmanlığı olanları memnun eder. Lâkin İslâm’ın dostu gibi görünen bir takım kimseleri neden memnun ettiğini anlamak mümkün değildir. Kur’ân-ı Kerim'in aslı ile, onun tercüme ve mealleri arasında göz ardı edilemeyen çok önemli farklar vardır. Bu farkların bir kaçı şöyledir: 1- Kur'ân'ın lâfzı da Kur'ân'dır. Mealin lâfzı Kur'ân değildir; 2- Kur’ân’ın lâfzında çok mânalar vardır; mealin lâfzında bir tek mâna vardır; 3- Kur’ân’ın mânası her zaman doğrudur; mealin mânası ise bazen yanlıştır 4- Âlimlerin icmâ ve ittifakıyla Kur'ân'ın kendisiyle namaz kılınır; meal ile namaz kılınamaz; 5- Kur'ân'a abdestsiz dokunulmaz ve o cünüp halinde okunmaz. Meal için bu sınırlandırmalar yoktur; 6- Kur'ân'ın okunması ibadettir ve her bir harfine on sevap verilir. Mealin okunması böyle değildir; 7- Kur'ân kırk yönden mucizedir. Meâl'de bu mucizelerden hiç birisi yoktur. Lâkin, bu çok önemli ve hayatî farklara rağmen, âlimler, Kur'ân yerine geçirilmemesi ve ibadette okunmaması şartıyla meal yazılmasına ve ondan bilgi mahiyetinde istifade edilmesine cevaz vermişlerdir. Çünkü "Zaruretler, sakıncalı olan şeyleri mubah kılar." Ve "Tamamına ulaşılamayan bir şey bütün bütün terk edilmez." Kur'ân mealini de ancak Kur'ân ilminde mütehassıs olan, ihlâs ve takva sahibi âlimlerin yazmaları lâzımdır. Müslüman mı, münafık mı olduğu tartışılan, yarı câhil, amelsiz ve takvadan habersiz kimselerin meal yazmaları caiz değildir. Bu tip kimselerin meallerini okumak da tavsiye edilmez. Bazıları Kur'ân diline Arapça değil, Rabça derler. Bu da bir anlamda doğrudur. Çünkü, Kur'ân'ın Arapçası kendisine mahsus olan bir Arapçadır. O, Allah Teâlâ’nın kendi dilidir. Bu sebeple, Kur'ân'ı Arapların Arapçasına tercüme edip onunla namaz kılmak da caiz değildir. |
Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır
Allah’ın sevgisini tatmadan sakın bu fâni dünyadan göçmeyesin.
O’nun sevgisinin tadı, yiyecek ve içeceklerde bulunmaz.
Çünkü bunlardan istifade etmede kâfirlerle hayvanlar sana ortaktır. Sen Allah’ın zikrinin tadını almakta ve cem makamına muvaffak olmakta meleklere ortak ol.
Ruhlar, nefislerin serpintilerine tahammül edemez. Dünya leşine battığında bu halinle ‘ın huzuruna çıkmaya layık olamazsın. Çünkü günahla kirlenmiş olanlar Allah’ın huzuruna alınmazlar.O halde kalbini temiz tut ki, gaybın kapıları sana açılsın.
Günah işlemeyi bırakıp, zikir ve tevbe ile Allah’a dön.
Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır. İnsanların birbirine karşı iyi ve dostça davranışları olmasaydı, bunları sana anlatmazdım.
Rabiatü’l-Adeviyye:’Bu kapı ne zaman kapandı ki açılsın.
‘demiştir. Fakat ey kişi! Bu seni Allah’a ulaştıran kapıdır.
Kalbinin Allah’ın birliğinden habersiz ve bu konuda dikkatsiz olmasından sakın.
Zikredenlerin birinci basamağı, Allah’ın birliğini ve tekliğini anmaktır.
Zâkirlere kapının açılması ancak ‘ın birliğini anmalarından dolayıdır.
O’nun rahmetinden kovulanlar da ancak yaptıkları işin önemini kavramaksızın, körü körüne, bilinçsizce Allah’ı zikrettikleri için kovulmuşlardır.
Zira Allah’ı zikirde sana ancak nefsin muhalefet eder. Yaratıklara olan sevgin ne çok, Allah’a olan sevgin ise ne az!
Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevme kapısı sana açılmış olsaydı, elbette seni şaşırtan çok şeylere tanık olurdun.
Gecenin ortasında uykuyu bölüp, kıldığın iki rekât namaz, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Hastaları ziyaret etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Cenaze namazını kılman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Müslüman kardeşine yardım etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Eziyet veren şeyleri yoldan uzaklaştırman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Yere bırakılmış kılıcın onu savuracak bir kola ihtiyacı vardır. Senin için Allah’ı zikirden daha faydalı ibadet yoktur.
Çünkü zikir ayakta duran, rükû ve secde yapamayan yaşlılar ve hastalar için de kolay bir ibadettir.
Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağını, âlimler ve hikmet sahipleri sana öğretirler
.
Sen hiç satın alınır alınmaz hizmet etmeye elverişli köle gördün mü?! Bilakis o önce bir eğitimciye verilir de o onu eğitir, ona edep ve terbiye kazandırır.
Eğitim ve terbiyeyi başarıyla tamamladığında hükümdara hizmet etmeye başlar. Velilerin yaptığı da budur.
Öğrenciler, onların himmetiyle huzura varacakları güne kadar onlarla beraber olurlar.
Yüzme hocası, birine yüzmeyi öğreteceği zaman o kişi yalnız başına yüzebilecek seviyeye gelinceye kadar onunla yanyana yüzer.
Artık o yüzmeye başladığında ise onu korkusuzca denize salabilir.
‘Peygamberler, veliler veya salihler vasıtasıyla Allah’a yaklaşılamaz.’
diyen düşünceden uzak dur.
Kuşkusuz Allah kendine ulaşmak isteyenler için onları vesile kılmıştır.
Velilerden sadır olan, su üzerinde yürümek, havada uçmak, gizli şeyleri haber vermek ve suyun kaynayıp çıkması gibi harikulade haller, peygamberin doğruluğuna şahittir.
Çünkü velilere verilen kerametler, peygamberlerinden dolayıdır.
İbn Ataullah İskenderî
Yazar: Güllerin Efendisi
Allah'ın Rahmeti ve Bereketi Hepimizin Üzerine Olsun.
Bu yazıya toplam 1 yorum yazılmış, sende yorum yazmayı unutma!
Ergin demişki;12/09/2012
Yüce Rabbimin Rahmeti ile Bütün İnsanları Bağışlasın