º°¨¨°º©©º°¨¨°º©GÜLLERİNEFENDİSİ2.TR.GG©º°¨¨°º©©º°¨¨°º©
TEMİZLİK VE TEMİZLİĞİN ÇEŞİTLERİ...
TEMİZLİK
Temizliğin Çeşitleri
Beden ve Kalb Amelleri
Necis Şeyler
Temizleyici Şeyler
Temizlik Nasıl Yapılır?
Def-i Hacet Edepleri
İstincâ yapmak
Abdest Almak
Abdest Alırken Mekruh Olan İşler
Abdestin Sevabı
Gusletmek
Gusül Çeşitleri
Teyemmüm Etmek
Diğer Temizlikler
Hamama Gitmek
Hamamın Vacip ve Edepleri
Vücutta Oluşan Fazlalıklar
Sakalın Mekruhları
Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir sözde şöyle denilmiştir: "Din, temizlik üzerine kurulmuştur. Temiz olun; çünkü bu din temizdir. Temizlik, sahibini iman etmeye davet eder." Çünkü temizliği seven ve ona talip olan bir kimse, onu maddî ve manevî yönleriyle en güzel ve en mükemmel bir şekilde iman ve İslâm’da bulur.
Allah Rasûlü (sa) şunları da söylemiştir: "Namazın anahtarı temizliktir." (Tirmizî), "Temizlik imanın yarısıdır." (Müslim, Tirmizî) Allah Teâlâ da temizlenenleri överek şöyle buyurmuştur: "Orada, temizlenmeyi seven kimseler vardır. Allah, temizlenenleri sever." (Tevbe, 108) Ve şöyle demiştir: "Allah (dinî hükümlerle, emir ve yasaklarla) size zorluk çıkarmak istemiyor; sizi temizlemek istiyor." (Mâide, 16)
Temizliğin üç (çeşidi ve) mertebesi vardır.
Birincisi, bedeni necasetlerden ve taharetsizlikten temizlemektir.
İkincisi, kalbi kötü ahlâktan ve rezil huylardan temizlemektir.
Üçüncüsü, dimağı Allah Teâlâ'yı düşünmenin dışındaki her şeyden temizlemektir.
Temizlik; beden, kalb ve dimağın her birisiyle yapılan amellerin yarısıdır. Özellikle de kalb ve aklın temizliği önemlidir. Çünkü bunlar temiz olmadıkça, Allah marifeti içlerine girmez ve O'nun büyüklük nuru üzerlerine yansımaz. Bu sebeple, Kur'ân-ı Kerim de "Allah! de; ve onları bırak, kirlilik içinde batıp eğlensinler." (En'âm, 91) buyurulmuştur.
Ameller beden ve kalb amelleri olmak üzere ikiye ayrılırlar.
Beden amelleri iki çeşittir. Bunlardan birincisi, onu maddî pisliklerden temizlemek ve manevî pislikler olan günahlardan korumaktır. İkincisi ise, onu ibadet ve tâatlarla donatmaktır. Kalb amelleri de iki çeşittir. Birincisi, onu rezil huylardan, bozuk inanç ve düşüncelerden uzak tutmaktır. İkincisi ise, ona güzel ahlâk, doğru inanç ve düşünceler kazandırmaktır.
Beden amelleri, kalb amelleri için temel hükmündedir. Temel sağlam olmadığı takdirde üzerindeki bina sağlam olmadığı gibi, bedeni temiz ve amelleri sâlih olmayan bir kimsenin kalb temizliğine sahip olması, iyi sıfatlar kazanması ve bunlarla iyi işler yapması da mümkün değildir. Sâlih ameller kolay işler değildir. Bu sebeple, onlar kuru iddialarla ve boş temennilerle gerçekleştirilemez, tembellik ve ciddiyetsizlikle başarılamazlar. Dünyanın şerefi ve âhiretin saadetini kazandıran amellerin zor olması ve çok mânilerinin bulunması tabiidir. Çünkü işlerin zorluk ve kolaylığı, sağladıkları sonuçlarla orantılıdır. Bu yüzden, güzel sonuçları olmayan işlerin zorluğu da, engelleri de yoktur.
Şu da bilinmelidir ki, beden temizliği vasıta, kalb temizliği gayedir. Birincisi çekirdeğin koruyucu kabuğu yerinde, ikincisi ise, onun besleyici ve hayat verici özü mesabesindedir. Hal bu iken, câhil kimseler, ikinci temizliği ihmal edip bütün dikkatlerini birinci temizlik üzerinde yoğunlaştırır, enerji ve zamanlarını onda tüketirler. Bunlar, bu alanda aşırı gidip dinin hoş görmediği vesvese derecesine varan titizlikler gösterir ve hatalı olarak bu titizlikleri takva zannederler. Bunların bu tutumları, bir bahçıvanın bütün emek ve çalışmasını bahçenin çit ve duvar çalışması üzerinde teksif etmesi, içerde ağaçların susuzluk ve bakımsızlıktan kuruyup dökülmesine aldırış etmemesi gibidir. Bilindiği gibi, Allah Rasûlü’nün mescidi çakıl döşeliydi. Bu yüzden de, kendisi ve ashabı namazlarını ayakkabılarıyla kılarlardı. Ayakkabılarda açık bir necaset bulunmaması şarttı; lâkin, bunlarla temiz olmayan yerlerden ve yollardan geçildiği de muhakkaktı. Hiç şüphe yoktur ki, yıkanmış çıplak ayaklar ayakkabılardan daha temizdirler. Ancak dinde emredilen asıl temizlik kalb temizliğidir. Bu tatbikata bakarak bazı âlimler, ayakkabılarla namaz kılmanın Sünnet'e daha uygun olduğunu söylemişlerdir. Hanefî mezhebi de, çorapla namaz kılmanın çıplak ayaklarla kılmaktan efdal olduğunu söylerken bu olaydan esinlenmiştir. (İmam Şafiî ise, çıplak ayaklarla namaz kılmanın efdal olduğunu söylemiştir. Daha çok temizlik gibi, çıplak el ve ayakların toprağa temasıyla vücuttaki zararlı akımların boşalması da bu İmamın bu konudaki ictihadını takviye edici mahiyettedir.)
Zamanımızda da çoğu kimseler, maddî temizlik konusunda gelin ve damatlar gibi özen ve önem gösterirken; kalplerini kibir, ucub (kendini ve amelini beğenmek), cehalet, riyakârlık ve münafıklık pislikleriyle çürümeye terk ediyorlar. (En garip şey de, bunların kalplerinin temiz olduğunu iddia etmeleridir. İnsanın kendi kendisi hakkındaki iddiası ve şahidliği geçerli değildir. Geçerli olan, başkalarının şahidlik etmesidir. Onun için bir adam, "Ya Rasûlullah! Ben iyi olduğumu nasıl bilebilirim?" diye sorunca, Allah Rasûlü (sa) şu cevabı vermiştir: "Seni tanıyanlar senin iyi olduğunu söylerlerse, sen iyisin." buyurmuştur.)
Maddî şeyler, cansızlar ve canlılar olmak üzere iki kısma ayrılır. Cansız şeylerden rakı ve benzeri sarhoşluk verici sıvılar necistir. Canlılardan ise, domuz ve köpek necistir. Kesilmeyen veya kesimi geçerli olmayan bütün canlı ölüleri de necistirler. Ancak insan, balık, çekirge, meyve kurdu, sinek ve kanı akmayan benzeri haşerelerin ölüleri temizdir. İnsan etini yemek haram iken, diğerlerini yemek de caizdir. Canlı hayvanlardan koparılan et ve deri necistir. Eti yenen hayvanların kesilen kılı ve tüyü ise temizdir. (Şafiî mezhebinde, kesilmeden ölen kesim hayvanlarının kıl ve tüyü hakkında iki görüş vardır. Bir görüşe göre, bunlar necistirler. Bir görüşe göre de temizdirler. Ölen insanın kıl ve saçları hakkında da bu iki görüş vardır. Hanefî mezhebine göre ise, kıl ve saçlar temizdirler. Kemik, diş, boynuz, tırnak da iki mezhepteki kıl ve saç hükmüne tabidirler. Ancak, Şafiî mezhebine göre, diri olan canlıdan koparılan kemik necistir.) Bütün hayvanların kusmuk, kan, dışkı ve sidiği necistir. (Bu şeylerin necisliği hakkında mezhepler ve hatta aynı mezhebin âlimleri arasında görüş farklılıkları vardır. Bu sebeple, bunların hükümlerini ayrıntılı bir şekilde öğrenmek için geniş İlmihallere bakmak lâzımdır.) Temiz olan canlıların göz yaşı, teri, ağız suyu, sümüğü de temizdir. Şafiî mezhebine göre bu hayvanların ve insanın menisi de temizdir. Hanefi mezhebine göre ise meni necistir.
Necis olmakla birlikte, istincâ izi, yoldaki pis çamurlar ve tozlar, ayakkabıların altı, akıcı olmayan yara kanı ve sivilce sıvısı affa tabidirler.
(İstincâ izi, abdest bozulan uzuvlarda kalan pisliktir. Hanefî mezhebine göre bu pisliğin tamamı, Şafiî mezhebine göre ise, taş, kâğıt veya su ile temizlik yapıldıktan sonra kalan iz affa tâbidir. Şafiî mezhebine göre, def-i hacet yerlerini su veya taş gibi pislik giderici bir şeyle üç kere temizlemek farzdır. Hanefî mezhebine göre, akıcı olan yara ve sivilce sıvısı abdesti de bozar.)
Taşla yapılabilen istincânın haricinde, necis olan her hangi bir şeyi ancak su temizleyebilir. (Hanefî mezhebine göre, temiz bir sıvı veya çok miktarda sabun köpüğü karışmış su da temizleyicidir. Ayrıca bazı hallerde, bütün mezheplere göre, toprak da temizleyicidir.) Bu suyun da temiz olması lâzımdır. İçine necis bir madde düşen az miktardaki durgun bir su, temiz değildir. Su akıntı halinde ise veya kulleteyn miktarı çoksa, bu takdirde ancak renk, koku ve tadından birisinin bozulmasıyla necisleşir. (Kulleteyn, iki tulum miktarıdır. İmam Nevevî, bunun beş yüz Bağdat litresi olduğunu söylemiştir. Şafiî mezhebine göre bu kadar su çok sayılır. Hanefî mezhebine göre ise, suyun çok sayılması için ya kuyu, ya da 10x10 zira genişliğinde bir havuz olması lâzımdır.) Mâliki mezhebine göre ise, az olan durgun suyun hükmü de, akıntı halinde veya çok olan suyun hükmü gibidir. Ben (İmam Gazali), Şafiî mezhebinde de bunun böyle olmasını isterdim. Çünkü, bu mezhebin sular arasında yaptığı ayırım meşakkat ve sıkıntı getirdiği gibi, Allah Rasûlü ve ashabı dönemindeki tatbikatta fiilen bu ayırımın yapıldığına dâir rivayet de yoktur. Ancak İmam Şafiî, bu görüşünde, "Su kulleteyn miktarına ulaşınca pislik taşımaz." (Sünen kitapları, İbnu Hibban, Hâkim) şeklindeki sözlü hadise dayanmıştır.
Necaset gözle görülür halde ise, onu giderinceye kadar yıkamak lâzımdır. Gözle görülmeyip hüküm halinde mevcut ise, üzerinden su akıtmak yeterlidir.
(Domuz veya köpeğin ağzı bulaşmış veya ıslak bir halde onlarla temas oluşmuşsa, Şafiî mezhebine göre bir defası toprakla olmak üzere yedi kere yıkamak lâzımdır; Hanefî mezhebine göre ise, üç kere su ile yıkamak yeterlidir.)
Temizlik konusunda vesvese taşıyanlar şunu bilmelidirler ki, eşya temiz olarak yaratılmıştır. Bu itibarla, necasetin varlığı kesin bir şekilde bilinmedikçe, onu sorun haline getirmemek lâzımdır.
Abdest bozmak, tabiî olmakla birlikte çirkin bir fiildir. Onun çirkinliği şu edeplerle giderilir:
1- Bunu görünmeyecek yerde yapmak;
1- Önünü veya arkasını Kıble tarafına getirmemek;
2- Kullanılan su içine, meyveli ağaç altına, oturulan yerlere ve geçilen yollara abdest bozmamak;
3- Helaya sol ayakla girip sağ ayakla çıkmak.
4- Ayakta işememek;
5- Âyet veya dua yazılı bir şeyi üstünde taşımamak;
6- Helaya girmek isterken, "Bismillah! Allah’ım! Habis cinlerin şerrinden sana sığınırım." diye dua etmek; oradan çıkınca da; "Beni eziyetten kurtaran ve bana afiyet veren Allah'a hamd olsun!" diye hamd ve şükretmek;
7- Sol el ile taharet almak.
Def-i hacet mahalli kapandıktan sonra onu su, kâğıt veya taş gibi katı, necaset kaldırıcı ve kuru bir madde ile temizlemek vaciptir. (Hanefî mezhebine göre, istincâ sünnettir.) Böyle bir madde ile, en az üç kere temizlenmek gerekir. Bu sayı yeterli gelmezse, daha fazlasını yapmak lâzımdır. Bunu üç, beş gibi tek olan sayılarla yapmak sünnettir. Necaseti tabiî yerinden etrafa dağıtmamak lâzımdır. Aksi takdirde, su ile yıkamak vacip olur.
Önce taş, ondan sonra su ile taharet almak en mükemmel temizlenme şeklidir. Rivayet edildiğine göre, "Orada, temizlenmek isteyen kimseler vardır. Allah temizlenenleri sever." (Tevbe, 108) âyeti indirildiği zaman, Allah Rasûlü (sa) bu kimseleri ziyaret etmiş. Bunlar Kübâ'daki müslümanlardı. Âyeti kendilerine okumuş ve nasıl temizlendiklerini sormuş. Bunlar, "Biz önce taş, arkasından da su ile taharet alırız."demişlerdir.
(Allah Rasûlü’nün bu kimseleri ziyaret edip nasıl temizlendiklerini sorması olayı gerçek ise, bunun sebebi o kimselerden nasıl temizlendiklerini öğrenmek değil, yaptıkları temizlenme şeklinin doğru olduğunu kendilerine bildirmek ve bunu diğer insanlara da örnek göstermektir. Çünkü onun (Allah Rasûlü) için, üzerine indirilen âyetlerin mânalarını başkalarından öğrenmek söz konusu değildir. Allah Teâlâ kendisine indirdiği âyetlerin mâna ve tefsirlerini de ilham yoluyla veya Cebrail (as) aracılığıyla kendisine bildirirdi. "Kur'ân'ı indirdikten sonra, açıklamak da bize aittir." (Kıyâmet, 19) âyeti bunu açıkça bildirmiştir.)
Taharet işini hallettikten sonra hemen abdest almak sünnettir. Çünkü, Allah Rasûlü (sa), abdestsiz kalmamak için böyle yapardı. Abdestin farz ve sünnetleri şöyledir:
1- Üçer sefer elleri, ağzı ve burnu yıkamak sünnettir. Bunlar birer kere de yıkanabilir, kökten terk de edilebilirler.
Ağzını misvakla fırçalamak sünnettir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Ümmetime meşakkat vermiş olmasaydım, her namazda (bir rivayette de, her abdestte) misvak kullanmalarını emrederdim." (Müttefekun aleyh) Kendisi de her münasebette ve özellikle abdest alırken, namaz kılarken, uykudan uyanırken misvak kullanırdı ve şöyle derdi: "Misvak kullanın. Çünkü o, dişleri temizler ve Allahın rızasını kazandırır." (Buharî, Nesaî) Abdullah İbni Abbas (ra) şunu söylemiştir: "Allah Rasûlü (sa), misvak kullanmamız üzerinde o kadar önem ve ısrarla dururdu ki, biz bunun eninde sonunda farz olacağını düşünürdük."
Bu konuda şu sözler de söylenmiştir: "Ağızlarınız Kur'ân'ın yollarıdır. Bu yolları misvak ile temizleyin.", Misvak kullanmak hâfızayı güçlendirir, balgamı söktürür.", "Sararmış dişlerle sırıtmayın; misvak kullanıp dişlerinizi parlatın."
Allah Rasûlü’nün ashabı, evden çıkarken misvakları kulaklarının üzerinde görülürdü.
Namaz kılarken, abdest alırken, Kur'ân okurken, tavaf yaparken, zikre başlarken, ağzın tadı bozulmuşken misvak kullanmak sünnettir. Misvak, Hicaz bölgesinde çokça yetişen Erak ağacı dalından yapılırdı. Ancak, onun gibi dişleri temizleyebilen diğer çubuklar da misvak olarak kullanılabilir. Erak dalı ise, özelliklerinden ve Allah Resulünün kullandığı misvak olmasından dolayı tercih edilir.
2- Kıbleye doğru durmak sünnettir.
3- Besmele ile başlamak sünnettir. Bazı âlimler, bunu vacip saymışlardır. Çünkü Allah Rasûlü (sa): "Allah'ın ismini söylemeyenin abdesti yoktur." buyurmuştur. (Tirmizî) Besmeleden sonra, "Rabbi, Eûzu bike min hemezâtişşeyâtini ve eûzu bike Rabbi en yahdurûn." (Mu’minûn, 97) âyetini okumak da sünnettir.
4- Yüzünü yıkamadan önce abdest alma niyetini getirmek Şafiî mezhebine göre farz, Hanefî mezhebine göre sünnettir.
5- Yüzü bir kere yıkamak farz, üç kere yıkamak sünnettir. Üçten fazla yıkamak ise, mekruhtur. Yüz, normal alnın üst sınırından alt çene kemiğinin altına kadar uzanan ve iki kulak arasında kalan uzuvdur. Sıkı olan sakalın dibine su ulaşamadığı zaman, onu su ile sıvazlamak yeterlidir. (Hanefî mezhebine göre, böyle bir sakalı sıvazlamadan yıkamak da kâfidir.)
6- İki kolu dirseklere kadar birer kere yıkamak farz, üçer kere yıkamak sünnettir. Parmaktaki yüzüğün altına su geçirmek farzdır. (Hanefî mezhebine göre, bunu çevirmek yeterlidir.) Yıkamaya sağ koldan başlamak sünnettir.
7- Başını mesh etmek (su ile ıslatmak) farzdır. Bunun asgarisi Şafiî mezhebine göre bir kıl, Hanefî mezhebine göre başın dörtte biridir. Yüzün üzerine sarkabilen uzun saç kısmı mesh için geçerli değildir. Başın hepsini mesh etmek de sünnettir.
8- Kulakların iç ve dış kısımlarını mesh etmek sünnettir.
9- Hanefî mezhebine göre, boynu mesh etmek sünnettir.
10- Ayakları bilek kemiklerine kadar birer kere yıkamak farz, üçer kere yıkamak sünnettir. Sağ ayaktan başlamak sünnettir.
11- El ve ayak parmaklarının arasına su ulaştırmak farzdır. Allah Rasûlü (sa), abdest alanlara hitaben, "Cehennem ateşi aralarına girmeden parmaklarınızı su ile aralayınız." (Merginanî, el, Hidâye, 1/13) buyurmuştur. Aralarına parmak sokup sıvazlamak ise sünnettir.
12- Abdest uzuvlarının farz olmayan uzantılarını yıkamak sünnettir. Çünkü kıyâmet gününde, abdest suyuyla yıkanmış olan yerler nurlanıp parlar ve abdestte yıkadıkları yere kadar müminlerin el ve ayaklarına süsler takılır. (Müttefekun aleyh) Bu sebeple, Allah Rasûlü (sa), "Abdest uzuvlarınızın sınırlarını ne kadar genişletebilirseniz, bunu yapınız." buyurmuştur. (Müttefekun aleyh)
13- Abdest alma işini bitirince, başını veya ellerini göğe doğu kaldırıp "Eşhedu ellâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Rasûluh. Allahümme'c'alnî minettevvâbîn ve'c'alni minel-mütetahhirîn. Sübhâneke 'llahumme ve bihamdike lâ ilahe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyk." (Ben şâhidlik ederim ki, Allahtan başka ilâh yoktur ve şâhidlik ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve elçisidir. Allah'ım! Beni devamlı tevbe edenlerden ve devamlı temizlenenlerden eyle. Allah'ım! Seni kusur ve eksikliklerden tenzih edip sana hamd ederim. Senden başka ilâh yoktur. Senden bağışlama diler ve sana tevbe ederim.) duasını okumak sünnettir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Bir kimse iyi abdest alır, ondan sonra "Eşhedü..." duasını okursa, istediği kapıdan girmesi için cennetin sekiz kapısı ona açılır" (Müslim, Nesaî)
Abdest Alırken Mekruh Olan İşler
1- Uzuvları üç kereden fazla yıkamak. Bir sahabî şunu rivayet etmiştir: "Allah Rasûlü (sa), uzuvlarını üçer sefer yıkarak abdest aldı. Ondan sonra: "Kim bundan fazla yıkarsa, zulüm ve kötülük eder." buyurdu." (Ebu Dâvûd, Nesaî, İbnu Mâce)
2- Lüzumundan fazla su harcamak. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur:
"Bu ümmetten bir nesil, dua etmekte ve temizlenmekte sınırı aşacaktır." (Ebu Dâvûd, İbni Hibban, Hâkim. Not: Bu hadisin mânası, zamanımızda gerçekleşmiştir. Çünkü, abdest, gusül ve diğer temizlik işlerinde haddi aştığımız gibi, duada haddi aşıyoruz. Cemaat içinde yapılan dualar onlarca dakika sürüyor ve bu süreyi doldurabilmek için de çok ilgisiz şeyler zikrediliyor. Halbuki duanın örnekleri Kur'ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde verilmiştir. Bunları örnek almak ve onlarla yetinmek lâzımdır.)
3- Ellerini silkip abdest suyunu sıçratmak. (Şafiî mezhebine göre, abdest ve gusülde kullanılan su temizdir. Hanefî mezhebinde ise bu konuda iki görüş vardır. Bir görüşe göre bu su necistir.)
4- Abdest sırasında fuzulî şeyler konuşmak. Her bir uzvu yıkarken ona münasip bir dua okumak müstehabtır. Abdest alırken selâm ve sorulara cevap verilir.
5- Şafiî mezhebine göre, uzuvlarını kurutmak. Hanefî mezhebine göre bu mekruh değildir. Çünkü Allah Rasûlü (sa), yüzünü gömleğinin ucuyla kurutmuştur.
Abdest alan bir kimsenin, bununla yalnızca dışını temizlediğini, bu dış temizliğinin yanında içini de temizlemesi gerektiğini düşünmesi ve günahlardan tevbe etmek, kötü huyları bırakmak ve iyi huylar edinmek suretiyle iç temizliğini de gerçekleştirmesi lâzımdır. Bunu yapmayıp dış temizlikle yetinen bir kimse, evinin dış duvarlarını yıkayıp içini türlü pisliklere terk eden kimse gibidir.
Allah Rasûlü (sa) şunları söylemiştir: "Kim güzelce abdest alır ve dünyayı aklına getirmeden onunla iki rek'ât namaz kılarsa, annesinden doğduğu gün gibi günahlardan temizlenir." (Müttefekun aleyh), "Allah Teâlâ’nın günahlara kefaret ettiği ve derece kazanmaya vesile kıldığı şeyleri size söyleyeyim mi? Bunlar nefsin hoşlanmadığı hallerde tam abdest almak, mescidlere gitmek için yürümek ve bir namazı kılınca (olduğu yerde) ondan sonraki namazı beklemektir. İşte "ribât" budur.", "Kim Allah Teâlâ'yı düşünüp zikrederek abdest alırsa, Allah Teâlâ onun bütün vücudunu temizler. Kim düşünüp zikretmeden abdest alırsa, Allah Teâlâ onun yalnızca abdest suyu değen uzuvlarını temizler." (Darekutnî)
Hz Ömer (ra) şöyle demiştir: "Abdest şeytanı senden uzaklaştırır."
Mücâhid şunu söylemiştir: "Yapabilirseniz, uyumadan önce abdest alın, zikir ve istiğfar edin, ancak bundan sonra uyuyun. Böyle uyurken ölürseniz, kıyâmet gününde öyle dirilirsiniz." Çünkü kim ne halde ölürse o hal üzerinde dirilir.
Abdest müminin silâhıdır.
Abdest almak gibi, gusletmenin de farzları ve sünnetleri vardır. Bunları şöyle hülasa etmek mümkündür.
1- Önce istinca etmek (avret yerlerini yıkamak), vücut üzerinde bulunan necaseti temizlemek, bunları yaptıktan sonra da abdest almak sünnettir.
2- Gusletme niyetini getirmek. Şafiî mezhebine göre farz, Hanefî mezhebine göre sünnettir.
3- Bütün vücudu su ile bir kere yıkamak farzdır.
4- Ağız ve burnu yıkamak. Şafiî mezhebine göre sünnet, Hanefî mezhebine göre farzdır.
5- Önce başı, sonra sağ tarafı, sonra sol tarafı yıkamak ve bu yıkamaları üçer sefer tekrarlamak sünnettir. Suyun ıslattığı yerleri ayrıca elleriyle ovmak bazı âlimlere göre farz, bazılarına göre sünnettir.
6- Kadınların saç örgülerini çözmeleri gerekli değildir.
7- Yıkamak maksadı dışında avret yerlerine dokunmak, Şafiî mezhebine göre abdesti bozar. Hanefî mezhebine göre ise, bunun bir sakıncası yoktur.
8- Gusletme ve abdest alma niyeti birlikte getirilirse, gusülle birlikte abdest de alınmış olur. Bazı âlimlere göre ise, gusletmek otomatik olarak abdesti de içinde taşır. (Hanefî mezhebi ile Şafiî mezhebinin bir görüşü böyledir. Ancak gusülden evvel abdest almak da sünnettir.)
Meni çıkması, kadın ve erkeğin sünnet yerlerinin birbirine girmesi, hayız olma ve nifas (doğum yapma) hallerinde gusül vaciptir. Bunun dışındaki münasebetlerde, örneğin bayram ve Cuma namazları için, ihram giymek, Arafat'a çıkmak, Müzdelife'de durmak, Mekke'ye girmek, tavaf yapmak için gusletmek sünnettir.
Cünüp olmayan kâfirin müslüman olması, baygınlıktan çıkma ve ölü yıkama hallerinde de gusletmek müstehabtır.
Namaz vakti girdiğinde su bulamayan veya hastalık gibi sebeplerle onu kullanamayan bir kimse teyemmüm eder. Teyemmüm, temiz olan kuru toprakla yapılır. Teyemmümün farzları ikidir.
1- Niyet etmek.
2- Yüz ve kollara toprak sürmek. Teyemmüm eden kimse, iki avucunu toprağa vurup onları yüzüne sürer. İkinci bir sefer daha vurup sol avucunu sağ koluna, sağ avucunu da sol koluna sürer. Teyemmüm, sembolik bir temizlik ve ibâdet olduğu için, kendini toz toprak içinde bırakmaya gerek yoktur. Fakat, ikinci vuruşta kollarını dirseklere kadar mesh edemeyen bir kimse, ilâve vuruşlar yaparak bunu tamamlayabilir. Teyemmüm, hem abdest, hem de gusül karşılığında yapılır ve onunla sadece bir vakit namazı kılınabilir. Ancak, kişi iki namaz vakti arasında kalan süre içinde istediği kadar sünnet namazı kılabilir ve abdest gerektiren diğer ibadetleri yapabilir. Kaza namazının hükmü de vakit namazı gibidir. (Hanefî mezhebine göre ise, teyemmümle birkaç vakit namazı da kılınabilir.)
İslâm dininde temizlik sadece abdest almak ve gusletmekten ibaret değildir. İnsanları sık boğaz etmemek için farz kılınmasa da, tavsiye ve teşvik edilen diğer temizlik şekillerinden bazıları şunlardır:
1- Saçları temiz ve bakımlı tutup onları yıkamak, taramak ve yağlamak. Allah Rasûlü (sa), belli aralıklarla bizzat bunları yapar ve ashabına şunları söylerdi: "Saçları olan, onların bakımını yapsın.", "Ara sıra saçlarınızı yağlayın." (Ebu Dâvûd, Tirmizî, Nesâî'deki rivayet, yağlamanın sık değil, ara sıra yapılması tenbihi şeklindedir.) Bir bedevi, saçı dağınık bir halde yanına gelmişti. Allah Rasûlü ashabına bakarak: "Bu adam, saçlarını düzgün tutacak bir miktar yağ bulamamış mı?" diye sormuş ve şunu eklemiştir: "Biriniz, şeytan gibi dağınık saçlarla dolaşmasın!" (Ebu Dâvûd, Tirmizî, İbnu Hibban)
2- Kulakların kıvrımlarını, içini ve arkasını temiz tutmak;
3- Burun pisliğini atmak ve abdest suyuyla onun içini temizlemek;
4- Diş temizliğine önem vermek ve onları her münâsebette misvaklamak;
5- Sakalı temiz tutmak ve taramak. Allah Resulünün misvakı, tarağı ve aynası vardı ve bunları kullanırdı. Kendisine nisbet edilen bir sözde şöyle denilmiştir: "Allah Teâlâ, arkadaşlarının yanına giden kulunun kendine çeki düzen vermesini sever." Câhil insanlar, bunu dünyaya ve nefse âit bir iş zannederler. Halbuki, üstüne başına dikkat etmek dinin emridir ve her konuda olduğu gibi, burada da amel niyete göredir. Allah Rasûlü (sa) bir hadiste, "Bir müminin kendi küçük düşürmesi helâl değildir." buyurmuştur. Halbuki, hırpani bir görünüş, insanı gözlerden düşürür, gönüllerden uzaklaştırır. Ümmete din konusunda öncülük eden ve saygı telkin etmesi gereken âlimlerin, söz ve nasihatlerindeki tesir ve etkinliği kaybetmemek maksadıyla kılık kıyafetlerine bakmaları dünyaya ve nefse hizmet değildir. (Ancak, burada da ölçüyü iyi ayarlamak lâzımdır. Çünkü, ehl-i dünya ile yarışır biçimde kılık kıyafete düşkünlük göstermek, israfa kaçmak, genel seviyenin üstünde pahalı ve özellikle de alafrangavarî şeyler giymek, bulundurmak ve evlerinde kullanmak, dar pantolon, kısa gömlek ve şık kravatla dolaşmak âlimlere ve âhiret öncülerine, dahası, peygamber vârislerine yakışmaz. Bu soğuk özentiler ve taklitler onlara saygı kazandırmaz; tam aksine onlara duyulan sevgi ve güveni yıkar.)
6- Tırnakları kesmek ve tırnak altlarında kir birikmesine fırsat vermemek.
7- Koltuk altlarını yıkamak ve kıllarını almak.
8- Kasık kıllarını almak.
9- Ter kokusunu gidermek ve bunun için sıkça çamaşır değiştirmek ve duş yapmak.
Hamama gitmek caizdir. Allah Rasûlü’nün ashabı, Şam hamamlarına gitmişlerdir. Onlardan sonra, âlimler ve sâlih kimseler de hamama gidip yıkanmışlardır. Abdullah İbni Ömer (ra) şöyle demiştir: "Hamam, sonradan ihdas edilen bir nimettir." Hamam için, birbirinin aksi olan şu iki söz de söylenmiştir: "Hamam ne iyi şeydir! Vücudu temizler ve cehennemi hatırlatır.", "Hamam ne kötü şeydir! Avretleri teşhir eder ve utanmayı kaldırır." Bu iki sözün sahipleri, hamama farklı açılardan bakmışlardır. Bu sebeple, ikisinin de değerlendirmesi doğrudur. Bu o demektir ki, diğer birçok şey gibi, hamam da kullanış tarzına göre ya iyidir, ya da kötüdür.
Hamama giden bir kimsenin riâyet etmesi gereken vacipler ve edepler vardır. Vacipler şunlardır:
1- Kendi avret yerini (göbekle diz kapakları arasını) gözlerden saklamak;
2- Kimsenin avret yerine bakmamak;
3- Vücudunun avret yerini kimseye keseletmemek. Erkeğin avreti, önden ve arkadan göbekle dizler arasındaki bölgedir.)
4- Avret yerlerini açanları uyarmak ve bunun caiz olmadığını söylemek. Çünkü, fitneye sebep olmayan emr-i maruf ve nehy-i münker her yerde vaciptir. Bunlar (emr-i maruf ve nehy-i münker), istendiği gibi etkili olmasalar bile, vicdanlarda ve zihinlerde bir iz bırakırlar.
Günah ve kötülüklere karşı uyarı görevini yapamayan veya bunun fitne koparmasından korkan bir kimse, bu şeylerin olduğu yerden uzaklaşmak mecburiyetindedir. Böyle bir durumda, sorumluluktan kurtulmanın yolu günah ve kötülük işleyenlerle bir araya gelmemektir. Bu prensip doğrultusunda hareket eden eski müslümanlar, günah ve çirkin şeylerle yüz yüze gelmemek için hamamı bir iki saatliğine kiralar ve ona tek başlarına girerlerdi. Bişr el-Hafî şöyle demiştir: "Ben daha ucuzu mümkünken, bir şey için fazla para harcanmasını sevmem. Fakat, bir kimse, hamamı kiralamak için sahip olduğu bütün parayı verse, ben onu eleştirmem."
Hamamın edepleri ise şunlardır:
1- Hamama giderken dinin emrettiği temizliği yapmayı niyet etmek;
2- Hamama sol ayakla girmek ve hela girişinde okunan duayı okumak;
3- Gözlerini etrafta gezdirmemek;
4- Peştemal ile avret yeri olan göbek ve diz kapakları arasını iyice sarmak;
5- Hamam sahibinin razı olduğundan fazla su ve sabun kullanmamak;
6- Hamamda kaldığı süre içinde cehennemi düşünmek ve kendini orada farz etmek. Aslında akıllı bir insan, âhireti, cennet ve cehennemi hiç bir yerde hatırından çıkarmaz. Çünkü, âhiret onun hakikî vatanı ve ebedî yurdudur. Bu sebeple, o, hoşuna giden her şeyde cenneti, hoşlanmadığı ve sıkıldığı her şeyde de cehennemi düşünür ve bundan dolayı da devamlı surette cennet özlemi ile cehennem korkusu duyar. Bu cümleden olarak o, gece karanlığında kabri, bir yılan gördüğünde cehennem ejderhalarını, çirkin bir suretle karşılaştığında azap meleklerini, ürperten bir ses duyduğunda azap ehlinin feryatlarını düşünür. Öbür yandan, bir bahçe, bir çiçek, bir meyve, bir güzellik gördüğü zaman da cenneti ve onun nimetlerini ve güzelliklerini aklına getirir. Dünyadaki bütün şeyler, cennet nimetleriyle cehennem azaplarının küçük misâlleri ve numuneleridirler. Allah Teâlâ, bunlar vasıtasıyla bize bu dünyada cennet ve cehennemi tanıtmış ve kendimize bunlardan birini seçme hakkını ve hürriyetini vermiştir. Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Ta ki, helak olan da bilerek helak olsun; hayat bulan da bilerek hayat bulsun." (Enfâl, 42)
7- Hamamda selâm vermemek. Gerektiği zaman bunun yerine, "Şifalar olsun!" gibi bir cümle kullanmak.
8- Hamamda gereksiz yere konuşmamak ve yüksek sesle Kur'ân okuyup zikretmemek.
9- Hamamdan çıkınca Allah Teâlâ'ya şükretmek.
Erkekler, bu vacip ve edeplere riâyet etseler bile, kadınlar bunu yapmazlar. Ayrıca, kadınların hamama gidip gelmesi fâsık kimselerin onları takip ve taciz etmelerine sebep olur. Bu yüzden, dinimiz, mümkün mertebe kadınların hamama gitmemelerini önermiştir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir kimse peştemalsız hamama girmesin ve hanımını oraya göndermesin." (Nesaî, Hâkim)
Ancak Allah Rasûlü (sa), mecburiyeti göz önünde tutarak hasta ve loğusa kadınlara izin vermiştir. (Ebu Dâvûd, İbnu Mâce) Bu ruhsatı kullanan kadınların da yukarıda zikredilen vacip ve edeplere riâyet etmeleri lâzımdır. Ayrıca, gidip gelirken, yolda uymaları gereken İslâmî prensiplere de uymaları gereklidir.
(Bir toplumun manevî temizliği ve saadeti, kadınlarının iffetine dayanır. İslâm dini, kadınların şerefi ve tüm toplumun huzur kaynağı olan bu iffeti korumakta titizdir ve bu iffetin korunması için sarf edilen her türlü emeğe va'dettiği mükâfat da göz kamaştırıcı ve gıpta uyandırıcıdır. Fakat ne çare ki, aklının yularını şeytanın eline verenler, iffet, namus gibi kavramları hiçe sayarlar ve hatta bunlarla alay ederler. Akılları maddî temizliğe erdiği halde, manevî temizlikten bir şey anlayamazlar. Bir toplumda bu tiplerin veya tipsizlerin çok ve çoğunluk olması, manevî temizlik, iffet, namus ve saadet için ciddî sıkıntılar ve sorunlar doğurur.)
1- Saç. Saçı temizlik ve kolaylık için kesmek de, bakımını yapmak şartıyla uzatmak da caizdir. Ancak, fâsıkların saç modellerini taklit etmek, diğer kötü taklitler gibi, caiz değildir.
2- Bıyık. Bıyığı kökten tıraş etmek mekruh bir bid'atdır. (Ülkemizde bıyıkları jilet ve ustura ile tıraş etmek lâik kesimin şiarı ve âdetidir.) Sünnete uygun olan ise, bıyığı makasla hafifletmek ve üst dudağı açmaktır. Bunların yapılmasıyla, onun burun akıntılarına ve yenen şeylere bulaşması önlenmiş olur. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Bıyıkları hafifletin; sakalları ise çoğaltın." (Müttefekun aleyh), "Yahudiler (bir rivayette de, mecusiler) bıyıklarını çoğaltıp sakallarını hafifletirler. Siz onların aksini yapın." (Ahmed)
Allah Rasûlü’nün ashabı, onun kendilerine emrettiği gibi, bıyıklarını hafifletirlerdi. Tabiilerden bir zat, bıyığını makasla hafifletmiş bir adamı görünce, sevinmiş ve kendisine, "Sen bana Allah Rasûlü’nün ashabını hatırlattın." demiştir. Bıyıkların uçlarını uzatmanın sakıncası yoktur. Nitekim Hz. Ömer ve diğer bir kısım ashâb bunu yapmışlardır.
3- Koltuk altı kılları. Bu kılları kırk günde bir yolmak veya tıraş etmek müstehabtır.
4- Kasık kılları. Bunları da kırk günde bir kazımak müstehabtır.
5- Tırnaklar. Tırnakları kesmek müstehabtır. Çünkü uzun tırnakların görüntüsü çirkindir ve bunlar kir tutarlar. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Tırnaklarınızı kesin. Çünkü şeytan, uzayan tırnakların altına yerleşir." (Hatip, el-Câmi') (Şeytan çirkinlik, kirlilik, insan üstünlüğünü inkâr ve Allah Teâlâ'ya karşı gelmenin sembolüdür.)
Tırnak kesmeye nereden başlamanın müstehab olduğu hususunda sahih hadis yoktur. Ancak bunu bir tertiple yapmak gerekirse, sağ elin şehâdet parmağından başlayıp onun devamındaki parmakları bitirdikten sonra sol elin baş parmağına gelmek ve bu parmağı bitirip sağ elin baş parmağına gelmek ve en son bu parmağın tırnağını kesmek en uygun olanıdır. Çünkü şehadet parmağı, Kelime-i şehâdeti söylemekte kullanıldığı için, en şerefli parmaktır. Ondan sonra sağ tarafa doğru devam etmek ise, diğer hayır işlerinde de müstehabtır. Bu mânaları düşünerek böyle bir tertip yapmak güzeldir. Çünkü, insanı hayvanlardan ayıran önemli bir özelliği de, onun hareketlerinde mâna bulunmasıdır. Nitekim, Allah Rasûlü’nün hareketlerini incelediğimiz zaman, onun hiçbir hal ve hareketinin mânâsız ve hikmetsiz olmadığını görürüz.
6- Göbek hortumunu kesmek. Bu fazlalık doğum sırasında kesilir.
7- Sünnet olmak. Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Sünnet olmak erkekler için ibadet, kadınlar için üstünlüktür." (Ahmed, Beyhakî) Yahudiler, çocuklarını yedinci günde sünnet ederler. Onlara muhalefet ederek, çocuğun süt dişlerini düşürmesine kadar bunu geciktirmekte yarar vardır.
8- Sakal. (Bir kısım âlimlere ve Hanefîlere göre, sakal bırakmak vacip, bir kısmına ve Şâfiîlere göre ise sünnettir. Âlimlerin bu gibi konularda ihtilâf etmeleri ümmet için rahmet ve genişliktir.) Seleften bazı kimseler, sakalın olduğu gibi bırakılmasını tercih ederken, diğer bazıları, bir tutamdan fazlasının kesilmesini tercih etmişlerdir. Bunlara göre, çok uzun olan sakal bazı yüzleri çirkinleştirir ve gıybetlere sebep olur. en-Nehaî şöyle demiştir: "Akıllı olduğu halde, sakalını kısa ile uzun arasındaki itidal ölçüsüne uydurmayı düşünmeyip salıveren bir kimseye şaşıyorum." Gerçekten de, itidal ölçüsü, yani vasat ve orta hal her işte güzeldir. Uzun sakalla ilgili olarak şu söz de meşhurdur: "Kişinin sakalı uzadıkça aklı kısalır."
Aşağıdaki hasletler, sakalın mekruhlarıdır. Bunların bazılarındaki kerahet (mekruhluk), diğer bazılarından daha şiddetlidir:
1- Sakalı (saç da böyledir) siyaha boyamak. Allah Rasûlü (sa), saç ve sakalı siyah renge boyamayı nehyetmiştir. Onun bu konudaki sözleri şöyledir:
"Saç ve sakalınızı siyaha boyamayın. Çünkü bunları siyaha boyamak, cehennem ehlinin (diğer bir rivayette, kâfirlerin) âdetidir." (Taberânî, Hâkim), "Beyazı bir renkle değiştirin. Fakat siyahtan sakının." (Müslim. Hz. Ebu Bekir'in babası Ebu Kuhafe getirilmişti. Yaşlılıktan dolayı saçları pamuk gibi bembeyazdı. Allah Rasûlü (sa) onu bu halde görünce, bu sözü söyledi.), "Âhir zamanda bir kavim, saç ve sakalını siyaha boyayacaktır. Bunlar, cennetin kokusunu bile duymayacaklardır." (Ebu Dâvûd, Nesâî)
Denildiğine göre, saç ve sakalı siyaha boyamayı ilk olarak Firavun yapmıştır. Beyaz saç ve sakalı siyaha boyamak kişiye gaflet kazandırır ve yaşının yanlış tahmin edilmesine yol açıp aldanışlara sebep olur.
Rivayete göre, Hz. Ömer (ra) zamanında bir kişi saç ve sakalını siyaha boyamış ve bir kız bulup evlenmiştir. Onun gerçek yaşı anlaşılınca, kız tarafı onu Hz. Ömer'e şikâyet etmiş. Hz. Ömer, şikâyeti haklı bulup kıyılan nikâhı bozmuş ve adamı aldatmak suçundan dolayı kırbaçlamıştır. Allah Rasûlü (sa), şöyle buyurmuştur: "Bizi aldatan bizden değildir." (Müslim, Ebu Dâvûd, Tirmizî, Ahmed) Ve şöyle buyurmuştur: "En kötü yaşlılarınız, kendilerini gençlerinize benzetenlerdir." (Taberânî)
Bazı âlimler, savaş halinde olanların, düşman tarafına genç ve güçlü görünmek için beyaz olan saç ve sakallarını siyaha boyamalarını caiz görmüşlerdir. Çünkü "savaş taktiktir."
2- Yaşlanıp olgunlaştığını, saygı görme ve sözü dinlenir olma hakkını kazandığını göstermek için, saç ve sakalı beyaza boyamak.
Şu bilinmelidir ki, olgunlaşmak yaşla değil, ilim iledir. Cahil bir insan yaşlı da olsa ham ve çiğdir. İlim sahibi olan kimse ise, genç de olsa olgundur. Bu sebeple, her yaşta onun sözü dinlenir ve kendisine saygı duyulur.
Nitekim Hz. Ömer (ra), henüz çok genç olan ve fakat ilim tahsil etmiş bulunan Abdullah İbni Abbas'ı meşveret meclisi'ne davet eder ve gündemde olan konular hakkında onun fikrini sorardı.
İlim de genç yaşta kazanılır. İleri yaşlarda onun tahsili zorlaşır. Abdullah İbni Abbas (ra) şöyle demiştir: "Allah Teâlâ ilmi bana genç yaşta verdi. Hayrın hepsi de genç yaştadır. Onun için Kur'ân-ı Kerim'de de gençler övülmüş, küfür ve şirke karşı geldikleri zaman Hz. İbrahim ve Ashâb-ı Kehf’in genç olduklarına işaret edilmiştir."
Enes (ra) şöyle demiştir: "Allah Rasûlü vefat ettiği zaman, saç ve sakalında yirmi adet beyaz kıl vardı. Allah Teâlâ onu genç bir yaşta aldı, yaşlandırıp kötü hallere düşürmedi."
İmam Mâlik şunu söylemiştir: "İlim ve irfanınız yoksa, sakal sizi gururlandırmasın! Çünkü teke'nin de sakalı vardır."
Eyyûb es-Sahtiyanî şöyle demiştir: "Sizden evvel öyle bir döneme yetiştim ki, seksen yaşındaki ihtiyarlar, ilim öğrenmek için genç âlimlerin peşinde koşarlardı."
Ali İbni Hüseyin şunu söylemiştir: "İlimde seni geçen, yaş itibarıyla senden genç de olsa senin önündedir."
3- Yaşlanmayı nefsine yediremediği için, beyaz kıllarını almak. Allah Rasûlü (sa) bunu nehyetmiş ve "saçlardaki beyazlığın müminin nuru olduğunu" söylemiştir. (Ebu Dâvûd, Tirmizî, Nesaî)
4- Kıllarını çekip yolmak. Bunu yapmak, kişinin hafifliğini gösterir. Bu yüzden Hz. Ömer ve kadı İbni Ebi Leylâ, sakalını yolan kişinin şâhidliğini kabul etmezlerdi.
5- Sakalının çıkmaması için, ilk delikanlılık tüylerini koparmak. Bu iş, büyük münkerlerdendir. Çünkü, sakaldan kaçmamak lâzımdır. O, yaratılışı tamamlar, erkeği süsler, onu kadınlardan ayırır, ona vakar, olgunluk, haya ve ciddiyet kazandırır. Sakal, sahibinin namusuna sövülmesini de önler. Çünkü sakallı bir kimseye kızan sefih ve fâsık bir kimse, onun sakalına söver.
6- Sakalı bir tutamdan daha kısa kesmek. (Ülkemizde sakallarını çoğu bir tutamdan daha kısa kesilir. Bu mekruhtur. Ancak şartlar bunu zorluyorsa, böyle bir sakal sakalsızlıktan daha iyidir. Çünkü, "bir hayrın ve ibadetin tamamı yapılamazsa, tamamı terk de edilmez." Kaldı ki, sakalı bu şekilde kısaltmak mekruh iken, onu tamamen tıraş etmek Hanefî mezhebine göre haramdır. Haram ise mekruh'dan daha ağır bir hükümdür. Allah Teâlâ, kimseye gücünün yetmediği mükellefiyetler vermez. Şu da bilinmelidir ki, sakal bırakmak neresinden bakılırsa bir sünnettir. Buna göre, ham bir kimse sakal bıraktığı için gurura kapılır ve kendisini üstün görme kibrine mübtelâ olursa, bundan kazandığı günah sakal bırakmanın sevabını fersah fersah geçer. Sakal bırakmanın hikmeti kibir öğrenmek değil, tevazu ve mahviyet öğrenmektir.)
7- Yanakları tıraş edip sakalı çene üzerinde kuş kuyruğu gibi bırakmak.
8- Favorileri uzatıp sakalın üzerine salmak. Bu keyfiyet, sâlih kimselerin değil, fâsıkların âdetidir.
9- Sakalı gösteriş için taramak veya zühd intibaını vermek için ihmal etmek. Bişr İbni Hars (el-Hafî) şöyle demiştir: "Sakalda iki çeşit şirk vardır. Bunlardan birisi, onu gösteriş için süslemek, diğeri de zâhid görünmek için onu kendi haline terk etmektir."
10- Siyah sakalına gençlik gafletiyle, beyazına da yaşlılık büyüklenmesiyle bakmak. Bu iki bakış bütün hallerde mekruhtur. Çünkü gaflet ve büyüklenmek kötülenmiş sıfatlardır. Bu kötü sıfatlar diğer kötülüklerin de kaynaklarıdır.
Buraya kadar saydıklarımız, cesetteki kirlilikler ve fazlalıklardır. Şu kesin olarak bilinmelidir ki, kalb ve ruhta oluşan kirlilikler ve onlardan sökülüp atılması gereken fazlalıklar, sayı itibarıyla bunlardan daha fazla, ele alınması yönünden de daha önceliklidirler.
Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır
Allah’ın sevgisini tatmadan sakın bu fâni dünyadan göçmeyesin.
O’nun sevgisinin tadı, yiyecek ve içeceklerde bulunmaz.
Çünkü bunlardan istifade etmede kâfirlerle hayvanlar sana ortaktır. Sen Allah’ın zikrinin tadını almakta ve cem makamına muvaffak olmakta meleklere ortak ol.
Ruhlar, nefislerin serpintilerine tahammül edemez. Dünya leşine battığında bu halinle ‘ın huzuruna çıkmaya layık olamazsın. Çünkü günahla kirlenmiş olanlar Allah’ın huzuruna alınmazlar.O halde kalbini temiz tut ki, gaybın kapıları sana açılsın.
Günah işlemeyi bırakıp, zikir ve tevbe ile Allah’a dön.
Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır. İnsanların birbirine karşı iyi ve dostça davranışları olmasaydı, bunları sana anlatmazdım.
Rabiatü’l-Adeviyye:’Bu kapı ne zaman kapandı ki açılsın.
‘demiştir. Fakat ey kişi! Bu seni Allah’a ulaştıran kapıdır.
Kalbinin Allah’ın birliğinden habersiz ve bu konuda dikkatsiz olmasından sakın.
Zikredenlerin birinci basamağı, Allah’ın birliğini ve tekliğini anmaktır.
Zâkirlere kapının açılması ancak ‘ın birliğini anmalarından dolayıdır.
O’nun rahmetinden kovulanlar da ancak yaptıkları işin önemini kavramaksızın, körü körüne, bilinçsizce Allah’ı zikrettikleri için kovulmuşlardır.
Zira Allah’ı zikirde sana ancak nefsin muhalefet eder. Yaratıklara olan sevgin ne çok, Allah’a olan sevgin ise ne az!
Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevme kapısı sana açılmış olsaydı, elbette seni şaşırtan çok şeylere tanık olurdun.
Gecenin ortasında uykuyu bölüp, kıldığın iki rekât namaz, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Hastaları ziyaret etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Cenaze namazını kılman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Müslüman kardeşine yardım etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Eziyet veren şeyleri yoldan uzaklaştırman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Yere bırakılmış kılıcın onu savuracak bir kola ihtiyacı vardır. Senin için Allah’ı zikirden daha faydalı ibadet yoktur.
Çünkü zikir ayakta duran, rükû ve secde yapamayan yaşlılar ve hastalar için de kolay bir ibadettir.
Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağını, âlimler ve hikmet sahipleri sana öğretirler
.
Sen hiç satın alınır alınmaz hizmet etmeye elverişli köle gördün mü?! Bilakis o önce bir eğitimciye verilir de o onu eğitir, ona edep ve terbiye kazandırır.
Eğitim ve terbiyeyi başarıyla tamamladığında hükümdara hizmet etmeye başlar. Velilerin yaptığı da budur.
Öğrenciler, onların himmetiyle huzura varacakları güne kadar onlarla beraber olurlar.
Yüzme hocası, birine yüzmeyi öğreteceği zaman o kişi yalnız başına yüzebilecek seviyeye gelinceye kadar onunla yanyana yüzer.
Artık o yüzmeye başladığında ise onu korkusuzca denize salabilir.
‘Peygamberler, veliler veya salihler vasıtasıyla Allah’a yaklaşılamaz.’
diyen düşünceden uzak dur.
Kuşkusuz Allah kendine ulaşmak isteyenler için onları vesile kılmıştır.
Velilerden sadır olan, su üzerinde yürümek, havada uçmak, gizli şeyleri haber vermek ve suyun kaynayıp çıkması gibi harikulade haller, peygamberin doğruluğuna şahittir.
Çünkü velilere verilen kerametler, peygamberlerinden dolayıdır.
İbn Ataullah İskenderî
Yazar: Güllerin Efendisi
Allah'ın Rahmeti ve Bereketi Hepimizin Üzerine Olsun.
Bu yazıya toplam 1 yorum yazılmış, sende yorum yazmayı unutma!
Ergin demişki;12/09/2012
Yüce Rabbimin Rahmeti ile Bütün İnsanları Bağışlasın