º°¨¨°º©©º°¨¨°º©GÜLLERİNEFENDİSİ2.TR.GG©º°¨¨°º©©º°¨¨°º©
İLİM--ÇEŞİTLERİ VE FAZİLETLERİ...
İLİM İlmin Fazileti Öğrenmenin Fazileti Öğretmenin Fazileti Fazilet Nedir? İlmin Çeşitleri
İLİM İlmin Fazileti İlmin faziletini bildiren çok âyet-i kerimeler, hadis-i şerifler, sahabe ve âlimlerin sözleri vardır. Bazı âyetler şöyledir: -"Allah, melekler ve ilim sahipleri Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve O'nun adaletle hükmettiğine şâhidlik ederler. O'ndan başka ilâh yoktur ve O aziz ve hakimdir." (Âl-i İmran, 18). Bu âyette Allah Teâlâ kendi birliğine ve adaletine kendi zatını, melekleri ve ilim ehlini şâhid göstermiştir. Hiç şüphe yoktur ki, böyle önemli iki konuda âlimlerin Allah Teâlâ ve melekleri yanında şâhid gösterilmeleri onlar için çok büyük bir şeref, üstünlük ve yüceliktir. -"Allah, iman eden ve kendilerine ilim verilen kimseleri derecelerle yükseltir." (Mücâdele, 11). Abdullah İbni Abbas (ra) şunu söylemiştir: "Alimler, (cennette) diğer müminlerden yedi yüz derece üstündürler. Bu derecelerden her ikisi arasındaki mesafe beş yüz senedir." -"De ki, bilenlerle bilmeyenler bir olurlar mı?" (Zümer, 9) -"Allah'a karşı gerçek huşu ve haşyeti ancak âlimler gösterirler." (Fâtır, 28) -"De ki, benimle sizin aranızda şâhid olarak Allah ve yanında kitap ilmi olanlar yeterlidirler."( Ra'd, 43) -"Yanında kitaptan ilim bulunan dedi ki, onu ben sana getireceğim." (Neml, 41). Bu âyet, sözü edilen zatın bu zor işi (Belkıs'ın tahtını bir anda Yemen'den alıp Hz. Süleyman'ın önüne koyma işini) ilim kuvvetiyle gerçekleştirdiğini bildiriyor. -"Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise, "Yazıklar olsun size! İman edip sâlih amel işleyenler için Allah'ın mükâfatı daha hayırlıdır. Buna da ancak (geçici şeylere karşı) sabredenler kavuşabilirler." dediler." (Kasas, 80). Bu âyet; iman, sâlih amel ve sabrın âhiretteki büyük mükâfatını ancak âlimlerin anlayabildiklerini gösteriyor. -"Biz bu misâlleri insanlar için veriyoruz. Fakat onları ancak âlimler anlayabilirler." (Ankebût, 43) - "Onlar olayı Peygambere ve ilim sahiplerine götürselerdi, onun iç yüzüne nüfuz edebilen bunlar onun hakikatini bileceklerdi. Allah'ın üzerinizde lütuf ve merhameti olmasaydı çok az haller dışında şeytana (ve cehalete) uyardınız." (Nisa, 83) Bu âyet, Allah Teâlâ'nın hâdiselerdeki hükmünü bulma işini (ictihadı) âlimlere havale ediyor ve bu hususunda onların rütbelerini peygamberin rütbesine bitiştiriyor. -"Kur'ân, kendilerine ilim verilenlerin kalplerinde (hafızalarında) tutulan açık âyetlerden ibarettir." (Ankebût, 49) -"Rahman olan Allah, Kur'ân'ı öğretti; insanı yarattı ve ona beyanı (ilmi) öğretti." (Rahman, 1-4). Allah Teâlâ, bu âyetlerde insanlara Kur'ân'ı ve ilmi öğretmesini nimet ve minnet olarak zikrediyor. Bu konudaki bazı hadis-i şerifler şöyledir: -"Allah Teâlâ kime iyilik dilerse, onu dinde ilim sahibi yapar ve ona rüşdü (doğru olanı) ilham eder." (Müttefekun aleyh. Not: "Müttefekun aleyh" sözü, Buharî ve Müslim'in birlikte rivayet ettikleri hadisler için kullanılır.) -"Âlimler peygamberlerin vârisleridirler." (Ebu Dâvûd, Tirmizî, İbni Mâce). Peygamberlik en büyük mertebe olduğu için, bu mertebeye ilim yoluyla vâris olmak da en büyük şereftir. -"Göklerde ve yerde olanlar âlimler için istiğfar ederler." (Bu, geçen hadisin devamıdır.) Göklerde ve yerde olanların kendileri için istiğfar etmeleri âlimlerin yüksek mertebelerinden dolayıdır. -"Câhiliyet döneminde üstün olanlar, ilim öğrenirlerse İslâm döneminde de üstün olurlar." (Müttefekun aleyh) Câhiliyet döneminde insanlar nüfusları, güçleri ve servetleriyle üstün sayılırlardı. İslâm dini bu şeylerdeki üstünlüğü ilim şartına bağladı. -"Âlimin âlim olmayan âbid (kendini ibadete veren) üzerindeki üstünlüğü, benim en alt derecedeki ashabım üzerindeki üstünlüğü gibidir." (Tirmizî) -"Âlimin âbide göre üstünlüğü, dolunayın diğer yıldızlara göre üstünlüğü gibidir." (Ebu Dâvûd, Tirmizî, Nesâî) -"Kıyâmet gününde üç sınıf insan şefaat ederler. Bunlar peygamberler, âlimler ve şehidlerdir." (İbni Mâce) -"Dini bilen bir âlim, şeytana karşı bin âbidten daha güçlüdür. Bu dinin direği din bilgisidir." (Tirmizî, İbni Mâce, Taberî/el-Evsat) -"Hayra delâlet eden (onu öğreten, gösteren, teşvik eden), onu yapan gibidir (onun sevabı kadar sevap alır). (Müslim, Tirmizî) -"Dünyada yalnızca iki kişi gıpta edilmeye değer. Bunlardan birisi, Allah Teâlâ'nın kendisine verdiği ilimle amel eden ve onu öğretendir." (Müttefekun Aleyh) Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir sözde şöyle denilmiştir: "Allah benim halifelerime merhamet etsin. Benim halifelerim, benim sünnetimi ihya eden ve onu öğreten kimselerdir." Allah Rasûlü’nün sünneti ilimdir. Ashâb ve diğer din büyüklerinin ilmin fazileti hakkındaki bazı sözleri şöyledir: "-İlim, şerefli olanın şerefini yükseltir; köleyi sultan derecesine çıkarır." "-İnsanların en yararlısı âlim olandır. O, kendisine de başkalarına da yarar sağlar." "-İmanın libası takva, süsü haya (utanma), meyvesi ilimdir." "-Peygambere en yakın olanlar âlimler ve şehidlerdir. Âlimler ilim ile, şehidler silah ile onun dinini korurlar." "-Bir kabilenin ölümü bir âlimin ölümünden daha az bir kayıptır." "-Allah, kendi dinini öğrenmeye çalışanın sorunlarını çözer ve onu ummadığı yerden besler." "-Beni Allah Teâlâ'ya yaklaştıran bir ilim öğrenmediğim gün, üzerime güneş doğmasın." "-İbadetin en yararlısı din ilmini öğrenmektir." "-Din ilmi olursa az bir amel de fayda verir. İlim olmazsa çok olan amel de faydasızdır." "-Bir insana Kur'ân ilmi verilir de kendisi başkalarına daha iyi şeylerin verildiğini düşünürse, Allah'ın büyüttüğü şeyi küçültmüş ve nimete karşı nankörlük etmiş olur." Hz. Ali (ra) şöyle demiştir: "Ey Kümeyl! İlim amelden üstündür. İlim seni korur; malı ise sen korursun. İlim vermekle artar; mal ise bununla azalır.", "Bir âlim öldüğü zaman, onun bıraktığı boşluğu ancak kendisi gibi bir âlim doldurabilir." Hz. Ali şiir diliyle de şunu söylemiştir: "Üstünlük ilim ehli içindir Onlar hidayet üzerindedirler ve hidayet arayanlara kılavuzdurlar Her insanın değeri ilmi kadardır Âlimin değerini bilmeyenler câhillerdir Seni diri tutan ilmi öğren Câhiller ölü, âlimler diridirler" Abdullah İbni Mübarek şöyle demiştir: "Gerçek insanlar âlim olanlardır; gerçek sultanlar zâhid olanlardır. En müflis ve sefil varlıklar da dini dünyaya âlet edenlerdir." İnsanı hayvanlardan üstün kılan özellik ilimdir. İnsan, bu özelliği sayesinde üstün varlık (insan) olmuştur. Çünkü kuvvet itibarıyla deve ondan üstündür; cüsse itibarıyla fil ondan büyüktür; cesaret itibarıyla yırtıcı hayvan ondan ileridir; yeme itibarıyla sığır, cinsel ilişki itibarıyla da kuş ondan öndedir. Feth el-Musilî şöyle demiştir: "Hasta yemeksiz, susuz ve ilaçsız kalırsa öldüğü gibi, kalb de ilim ve hikmetsiz kalırsa ölür." Evet, gerçekten de kalbin gıdası ilim ve hikmettir. O bunlarla hayat bulur. Bu sebeple, ilimsiz kalan kalb önce hastalanır, bu hal devam ederse o zaman da ölür. Ancak, sahibi onun ölümünü hissetmez. Çünkü dünya sevgisi ve meşguliyeti narkoz gibi onun manevî duyarlılığını bozup iptal etmiştir. Kendisi ölüp bu narkozun tesirinden kurtulunca kalbinin ölmüş olduğunu görür ve bundan dolayı büyük bir elem duyar. Fakat artık iş işten geçmiştir. İnsanlar bu dünyada uykuda oldukları için hakikî kayıplarını bilmezler. Ölmek suretiyle bu uykudan uyanınca tatlı ve acı bütün gerçeklerle karşılaşırlar. Abdullah İbni Mes’ûd (ra) şöyle demiştir: "İlim kalkmadan onu öğrenmeye çalışın. Allah'a yemin ederim, din yolunda şehid düşenler, kıyâmet gününde âlim olarak diriltilmiş olmayı temenni ederler. Çünkü, âlimlerin kendilerinden üstün olduklarını görürler. Kimse âlim olarak doğmaz. İlim, öğrenmek (ve çaba) ile kazanılır." Abdullah İbni Abbas (ra) şöyle demiştir: "Gecenin bir kısmını ilim müzakeresiyle geçirmeyi bütün geceyi ibadetle geçirmekten daha çok severim." Hasan el-Basrî şöyle demiştir: "Rabbimiz! Bize dünyada güzel olan şeyi, âhirette de güzel olan şeyi ver." (Bakara, 201) ayetindeki birinci güzel şey ilim ve ona göre ameldir, ikinci güzel şey ise cennettir. Ahnef şöyle demiştir: "İlim ile desteklenmeyen her türlü nimet elden çıkmaya mahkûmdur. İlim fakir için mal, zengin için cemal ve güzelliktir." Lokman Hekim'in oğluna şöyle vasiyette bulunduğu söylenir: "Yavrucuğum! İlim meclis ve sohbetlerine devam et. Çünkü Allah Teâlâ, toprağı gök sularıyla dirilttiği gibi, kalpleri de ilim ve hikmet nurlarıyla diriltir." Bir yerde âlimler az, bilmeden konuşanlar çok ise, orada ilim tahsili amelden çok daha önemli ve önceliklidir. İlim öğrenmenin fazileti hakkında da âyetler, hadisler ve din büyüklerinin sözleri vardır. Ayetler: -"Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Sefere çıkan topluluktan birer grup dini öğrenmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları bilgilendirmek için ilme çalışsınlar. Umulur ki, iki taraf da ilim sayesinde dikkatli davranırlar." (Tevbe, 122) -"Kendiniz bilmiyorsanız, ilim ehline sorunuz." (Nahl, 43) Hadisler: -"Bir kimse ilim tahsil etmek için bir yola çıkarsa, Allah Teâlâ onun çıktığı yolu cennete ulaştıran bir yol haline getirir." (Müslim) -"Melekler, kendisine sevgi ve saygılarını göstermek için ilim arayana kanatlarını indirirler." (Ahmed, İbni Hibban, Hâkim) -"Sabahlayınca ilimden bir konu öğrenmeye çalışmak, yüz rek'at nafile namazı kılmaktan daha hayırlıdır." (İbnu Abdilberr, Faziletül-İlim; İbni Mâce) -"İlim öğrenmeye çalışmak her müslümana farzdır." (İbnu Adiyy, Beyhakî, İbnu Abdilberr) -"İlim hazinedir; onun anahtarı sormaktır. Onun için, bilmediklerinizi sorun. İlim dört kişiye sevap kazandırır. Bunlar onu öğrenen, öğreten, dinleyen ve sevendir." (Ebu Nuaym) -"Câhilin cehaletine rıza gösterip susması, âlimin de ilmini gizleyip sükût etmesi caiz değildir." (Taberânî, İbnus-Sünnî, Ebu Nuaym) -"Amel etmek ve öğretmek maksadıyla ilim talep ederken ölen bir kimse ile peygamber arasında cennette sadece peygamberlik derecesi vardır." (Darimî, İbnus-Sünnî) Din büyüklerinin sözleri: -"İlimden bir konuyu öğrenmek, kişi için dünya ve içindeki her şeyden daha değerlidir." -" İlim Çin'de de olsa onu öğrenin." (Bu söz, zayıf bir rivayetle Peygamberimize de nisbet edilmiştir. Bununla denilmek istenen şey şudur: Muhtaç olduğunuz ilim yanınızda veya size yakın bir yerde olmayabilir. Farz-ı muhal, o dünyanın en uzak ucu olan Çin'de de olsa gidip onu tahsil etmelisiniz.) Abdullah İbni Abbas (ra) şöyle demiştir: "İlim tahsil etmek için bir müddet zahmet çektim. Fakat şimdi onun verdiği rahatlığı yaşıyorum." Abdullah İbni Mübarek şöyle demiştir: "İlim tahsil etmeyen insana şaşarım. Bu durumda iken nasıl kendisinde bir değer bulunduğunu düşünebilir." Ebu’d-Derdâ (ra) şunları söylemiştir: "Dinle ilgili bir mesele öğrenmeyi bütün gece nafile ibadet etmeye tercih ederim." "Âlim ve öğrenci hayırda ortaktırlar. Diğer insanlar ise, hayrı bulunmayan bir kuru kalabalıktır." "İlim tahsil etmenin cihad olmadığını sananlar, akıl ve basiretlerinde kusur bulunanlardır." Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir: "Geceleri ibadette, gündüzleri oruçta olan bin âbidin ölümü, Allah Teâlâ'nın helâl ve haramını bilen bir âlimin ölümünden daha ehvendir." İmam Şafiî de şunu söylemiştir: "İlim tahsil etmek, nafile ibadetten daha efdaldır." Bu konudaki âyetler şöyledir: -"Döndüklerinde kavimlerini bilgilendirsinler. Ola ki, bu suretle dikkatli davranırlar." (Tevbe, 122) Bu âyetteki bilgilendirmekten maksad, bilmeyenleri eğitmek ve onları irşâd etmektir. -"Allah, kendilerine kitap verilenlerden "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız!" şeklinde söz almıştır." (Âl-i İmrân, 187) Bu âyet, dini açıklamanın ve ilmi öğretmenin farz olduğunu bildiriyor. -"Onların bir kısmı, bildikleri halde hakkı gizleyip ketmediyorlar." (Bakara, 146) Azarlayıcı mahiyette olan bu âyet, (Şer’i bir mazeret bulunmadıkça) dini ve ilmi gizlemenin haram olduğunu gösteriyor. Bunları gizlemek, bir anlamda şahitliği gizlemektir. Bunun da haram olduğunu "Şahitliği ketmetmeyin. Kim onu ketmederse (gizleyip bilmezlikten gelirse), bunun günahı onun kalbine kadar işler." (Bakara, 283) âyeti bildiriyor. -"İnsanları Allah'a çağıran, sâlih amel işleyen ve "Ben müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kimdir?" (Fussilet, 33) -"Rabbinin yoluna hikmet (ilim) ve güzel öğütle çağır..." (Nahl, 125) Öğretmek, peygamberlerin mesleğidir. Allah Teâlâ, Peygamberimizi şöyle tanıtmıştır: "Size, sizden olan bir peygamber gönderdik. O, size âyetlerimizi okuyor, sizi arındırıp temizliyor, size kitap (Kur’ân) ve hikmeti (kendi sözlerini) öğretiyor, size bilmediğiniz şeyleri bildiriyor." (Bakara, 151) Konuyla ilgili bazı hadisler şöyledir: Allah Rasûlü (sa), Muâz İbni Cebel'i Yemen'e vali olarak gönderirken ona şunu söylemiştir: "Allah Teâlâ senin aracılığınla bir kişiye hidayet verse, bunun sevabı senin için bütün dünya ve onun içindeki şeylerden (bir rivayette de, kızıl deve sürülerinden) daha hayırlıdır." (Ahmed) Allah Rasûlü (sa), bu sözü benzer bir münasebetle Hz. Ali'ye de söylemiştir. (Bu hadis-i şerifin verdiği mesaj şudur: İnsanları Allah yoluna davet edenler, kemiyet ve sayı çokluğunu gaye haline getirmemeli, çoğulcu bir plan ve parola ile yola çıkmamalı, dünyayı değiştirmek gibi büyük iddialarda bulunmamalıdırlar. İlk ve belki de tek hedefleri bir insanın hidayet bulmasına yardımcı ve aracı olmak olmalıdır. Çünkü mütevazi gibi görünen bu başarı, Allah yanında bütün dünya ve içindeki şeylerden daha değerlidir. Büyük düşünmek burada beşerî ölçülere göre değil, Allah Teâlâ'nın ölçülerine göre olmalıdır. Allah Teâlâ'nın ölçülerine göre büyük düşünmek ise ihlâslı, gerçekçi ve aza kanaat edici olmaktır. Onun için, ister fert, ister cemaat, ister siyaset halinde olsun, dinî hizmetlerin gayesi bir kişiye kılavuzluk etmenin ötesine geçmemelidir. Allah Teâlâ, aza kanâat edene çok verir; çoğa talip olanı ise mahrum bırakır.) -"Kıyâmet gününde Allah Teâlâ, zâhid ve mücâhidleri cennete gönderir; âlimlere ise "Bekleyip şefaat edin."der. (Zehebî) -"Allah Teâlâ din ilmini insanlara vermişken, onu içlerinden çekip almaz. Ancak âlimlerin ölüp gitmesiyle ilim de gider. Her bir âlim gittikçe, yanındaki ilmi de götürür. Böylece geride yalnızca bilgisiz önderler kalır. Câhil olan bu önderlere dinî konular sorulduğu zaman yanlış cevaplar verirler ve hem kendilerini, hem de kendilerine tâbi olanları dalâlete sokarlar." -"Kim bir ilmi bilir de onu (Şer'î bir mazeret bulunmadan) gizlerse, Allah Teâlâ kıyâmet gününde onu ateşle gemler." (Ebu Dâvûd, Tirmizî, İbnu Mâce, Hâkim) -"Allah Teâlâ'nın zikri, O'nun için yapılan işler, ilim öğrenmek ve onu öğretmek dışında, dünya ve içindeki her şey hayırsız ve lânetlidirler." (Tirmizî, İbnu Mâce) -" İnsanlara ilim ve hayrı öğretene Allah Teâlâ merhamet; O'nun melekleri, gök ve yerdekiler, deliğindeki karınca ve denizdeki balık da duâ ederler." (Tirmizî) -"Allah Teâlâ’nın benimle gönderdiği hidayet ve ilim, bolca yağan bir yağmur gibidir. Böyle bir yağmur yağdığı zaman, bir kısım arazi onu emer ve çeşitli bitkiler çıkarır; bir kısım arazi onu tutar ve insanlar onu oradan alıp içmede, hayvanlarını sulamada ve ziraate kullanırlar; bir kısım arazi ise hayırsız olup bu yağmurun yararından tümüyle mahrum kalır. Hidayet ve ilme karşı insanların durumları da böyledir." (Müttefekun aleyh) Bir kısım insanlar hidayet ve ilimden yalnız kendileri için faydalanırlar; bir kısım (âlim olanlar) bundan başkalarını da faydalandırırlar; bir kısım ise çorak arazi ve taş gibi oldukları için, hidayet ve ilim kalb ve dimağlarına nüfuz etmez, kulaklarına çarpıp dağılır. -"Kişi öldüğü zaman üç şey dışında ameli kesilir. Bu şeylerden birisi, kendisinden öğrenilen ilimdir." (Müslim. Not: Diğer iki şey ise, sâlih evladın duaları ve bırakılan kalıcı eserlerin faydalarıdır.) -"Hayır ve iyiliği gösteren, onu işleyen gibidir." (Müslim, Ebu Dâvûd, Tirmizî) -"Ancak iki insan imrenilmeye değer. Bunlardan birisi o kimsedir ki, Allah Teâlâ kendisine ilim vermiş, o da buna göre amel eder ve bunu insanlara da öğretir. Diğeri ise o kimsedir ki, Allah Teâlâ kendisine mal vermiş ve bu malı hayır işlerinde sarf etmeyi ona nasip etmiştir." (Müttefekun aleyh) -"Allah Teâlâ, sünnetimi ihya eden ve onu insanlara öğretene merhamet etsin!" (İbnu Abdilberr, Harevî, İbnus-Sünnî, Ebu Nuaym) Ashâb ve din büyüklerinin bazı sözleri de şöyledir: -"Bir müslüman bir müslüman kardeşine kendi öğrendiği bir hadis-i şerifi öğretmekten daha üstün bir şekilde faydalı olamaz." -"Bir müslüman bir müslümana onun hidayetini arttıran veya onu sapmaktan kurtaran bir kelime (bir söz, bir bilgi) den daha değerli bir hediye veremez." -"Âlim, insanları Allah'a götüren kılavuzdur. Kendisi işinin önemini fark etsin!" Hz. Ömer (ra) şöyle demiştir: "Bir mümin bir güzel söz söyler de duyanlar onunla amel ederlerse, o mümine bu amel edenlerin sevabı kadar sevap yazılır." Sufyân es-Sevrî, Askalan'a gitmişti. Bir müddet orada kaldığı halde, gelip kendisinden ilim öğrenen ve soran olmadı. Bunun üzerine, "Bu yerde ilim ölür. İlmi olanın böyle bir yerde durması caiz değildir." diyerek orayı terk etti. Atâ şöyle demiştir: Said İbni Müseyyeb'in evine gittim ve onun ağladığını gördüm. Niçin ağladığını sordum. "Kimse ilmi merak edip sormuyor. Bu hayra alâmet değildir." dedi. -"Âlimler kandillerdir. Her dönemin insanları bunlardan biri veya bir kaçıyla aydınlanırlar." Hasan el-Basrî şöyle demiştir: "Âlimler olmasalardı insanlar hayvanlaşırlardı." Yahya İbni Muâz şöyle demiştir: "Âlimler ümmet-i Muhammed'e babalarından daha yararlıdırlar. Çünkü genelde babaları onları dünya sıkıntısından kurtarmaya çalışırlar. Âlimler ise, onları cehennem ateşinden kurtarmak isterler." -"Kendi ilmini onu bilmeyene öğret; senin bilmediğini bilenin de ilmini öğren. Bunu yaparsan, bildiğin ilmin hakkını vermiş ve bilmediğin ilmi öğrenmiş olursun." Muâz İbni Cebel (ra) da şunları söylemiştir: "Din ilmini öğrenin. Çünkü onu Allah için öğrenmek kişiye huşu ve haşyet (Allah saygısı ve korkusu) kazandırır. Onu aramak ibadet ve cihattır. Onu müzâkere etmek teşbihtir (Allah'ı zikretmektir). Onu bilmeyene öğretmek sadakadır. O yalnızlıkta ünsiyet verir, halvette arkadaş olur, dinde kılavuzluk eder, sevinçte taşkınlığı önler, kederde sabır ve moral kazandırır. Allah Teâlâ onunla kişiyi yükseltir, onu hayırda öncü ve rehber yapar." İlim kalplerin hayatı, gözlerin ışığı, bedenin enerjisidir. Kişi onunla en hayırlı olanların derecesine çıkar. İlim tahsili gündüz oruç tutmak, gece namaz kılmak gibidir. İlim sayesinde Allah'a ibadet ve itaat edilir; O'nun hakkı bilinir ve hukuku gözetilir; ilimle helâl ve haram öğrenilir ve onunla akrabalık ve insanlık haklarına riâyet edilir. İlim önde, amel onun arkasındadır. (İlim ışık, amel onun gölgesidir) Kendilerine mutluluk ve saadet takdir edilmiş olanlar ilim öğrenmeye muvaffak olurlar. Kendilerine mutsuzluk ve şekâvet yazılanlar ise, câhil kalmaya mahkûm edilir ve ilimden mahrum bırakılırlar. Fayda sağlayan, mutluluk veren, övülen her türlü fazlalık fazilettir. Örneğin zenginlik, sağlık, güzellik, kuvvet birer fazilettirler. Birbiriyle kıyaslanan iki insandan birinde bu şeylerden birisi bulunursa, o insan diğerine göre fazilet sahibi olur. İlim de bir fazilettir. Ancak o diğer bütün faziletlerden daha üstündür. Çünkü onun faydaları ve sahibine kazandırdığı mutluluk diğer faziletlerden daha fazladır. İlim, Allah Teâlâ'nın da bir üstünlük sıfatıdır. Melekler ve peygamberler de bununla yücelmişlerdir. Hatta bazı hayvanlardaki sezgi kuvveti de bunlar için bir üstünlük ve fazilettir. İnsanların en çok arzuladığı şey, hiç şüphe yoktur ki, cennetteki ebedî ve eksiksiz mutluluktur. Bu mutluluk amel ile kazanılır. Amel de ilimle yapılabilir. İlim, âlemlerin Rabbine yakın olma vesilesi, melekler ufkuna ve "mele-i a'lâ"(en yüksek melekler) seviyesine çıkma vasıtası ve izzet, şeref ve itibar bulma aracıdır. İlim böyle değerli olunca, onu öğrenmek ve öğretmek de değer kazanmış olur. Çünkü, değersiz şeyleri öğrenmek ve öğretmek insanı düşürdüğü gibi, ilim gibi değerli şeyleri öğrenmek ve öğretmek de onu yükseltir. İnsanın izafî (göreli) olan değeri, alâka duyduğu ve talip olduğu şeye göredir. İnsan alâka duyduğu ve talip olduğu şeye göre, ya en yüksek mertebeye çıkar, ya da en aşağı dereceye düşer. "İnsan sevdiğiyle beraberdir." hadis-i şerifi de bir anlamda bu gerçeğe işaret etmiştir. İnsanların maksadları din ve dünyaya yöneliktir. Din ise dünya ile ayaktadır. Çünkü dünya "âhiretin tarlasıdır." Dünya, gaye değil, araç ve vasıta olarak ele alındığı takdirde, insanları Allah Teâlâ'nın rızasına ve cennetteki ebedî mutluluğa ulaştırır. Dünya da zirâat, ticaret, sanat ve siyasetle ayakta durur. Bu işler de ilme muhtaçtırlar. Yönetmek, yönlendirmek ve hükmetmek olan siyaset üç kısımdır. Birincisi peygamberlerin siyasetidir. Bu siyaset, insanların hem dış, hem de içlerine nüfuz eder. Bu itibarla, en üstün ve en güçlü siyaset budur. Çünkü bu siyaset onların hem dünya, hem de âhiretlerini kurtarır. İkincisi, sultan ve diğer devlet yöneticilerinin siyasetidir. Bu siyaset, insanların sadece dış yönlerine etki yapabilir, onların içlerine (inanç, düşünce, ahlâk ve zevklerine) işlemez. Bu sebeple, o zayıf ve yarım bir siyasettir. Üçüncüsü, peygamberlerin vârisleri olan âlimlerin siyasetidir. Alimler ise, kendilerini dinleyenlerin ancak içlerine (akıl ve kalplerine) hitap edebilirler. Bunlar, dış hayatı yönlendirmek için gerekli olan maddî güce sahip değildirler. Bu sebeple, onların siyaseti de yetersiz ve eksiktir. Siyaset, yetersiz ve eksik olursa, faydası da az olur. Bundan dolayı ne yalnız dünya siyasetçileri, ne de tek başlarına âlimler insanları faziletli hale getirmekten ve faziletli bir toplum oluşturmaktan âcizdirler. Bu iki siyasetteki eksikliği gidermenin yolu ise, âlimlerin ve âmirlerin ittifak etmesi ve müşterek bir siyaset yürütmesidir. Bu iki siyaset birleştirilmediği takdirde, âlimlerin siyaseti âmirlerin siyasetinden daha üstündür. Çünkü, bu siyasetin malzemesi ilimdir. Gayesi de insanları kötü ahlâktan uzaklaştırmak ve onlara güzel ve mutlu edici olan ahlâkı aşılamaktır. Bu işlev, diğer adıyla din ve ilim öğretmektir. İlmin Çeşitleri 1-Herkese Gerekli ve Farz-ı Ayn Olan İlimler "İlim tahsil etmek, her müslümana farzdır." (Daha önce geçti) hadisi ile "İlim Çin'de de olsa onu arayın!" emri bu ilme işarettir. Alimler, bu ilmin hangisi olduğunda ihtilâf etmişler ve onlardan her bir grup, onu kendi meşgul oldukları ilim olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu sebeple kelâmcılar, onun kelâm ilmi olduğunu, çünkü Allah Teâlâ’nın varlık ve birliğinin, O'nun zat ve sıfatlarının bu ilimle bilindiğini iddia etmişlerdir. Fıkıhçılar, onun fıkıh ilmi olduğunu, çünkü ibadetlerin, helâl ve haramların, doğru olan ve olmayan muamelelerin bu ilimle bilindiğini söylemişlerdir. Tefsirciler ve hadisçiler, onun Kitap (Kur'ân) ve Sünnet (Peygamberimizin söz, fiil, takrir ve tefsirleri) ilmi olduğunu, çünkü bu ilmin diğer bütün dinî ilimlerin aslı ve kaynağı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Sufiler, onun tasavvuf ilmi olduğunu, çünkü kulun Allah Teâlâ yanındaki durum ve derecesini bilmesinin, ihlâs kazanmasının, nefsin âfetlerinden kurtulmasının, melek ve şeytanların kalbine yaptıkları telkinleri birbirinden ayırmasının bu ilimle mümkün olduğunu iddia etmişlerdir. Ebu Talip el-Mekkî de, Farz-ı ayn olan ilim, "İslâm, beş temel üzerine bina edilmiştir. Bunlar Allah'tan başka ilâh bulunmadığına şahidlik etmek, namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve hacca gitmektir." (Müttefekun aleyh) hadisiyle bildirilen hususları bilmektir, bu sebeple bunların vücup (vacip olma) şartlarını ve edâ şekillerini herkesin bilmesi gerekir, demiştir. Bu ihtilâfların yanında kesin olan şudur ki, kulluğun esasları üç şeydir. Bunlar itikad, fiil ve terklerden oluşurlar. Bir insan yaş, ihtilâm veya kanama yoluyla buluğ ve mükellefiyet yaşına geldiği anda ona ilk vacip olan şey, kelime-i şehâdeti söylemek ve onun mânasını öğrenmektir. Ancak bunun delillerini incelemesi, niçin ve nedenini enine boyuna araştırması gerekli değildir. Özet olarak, Allah Teâlâ'dan başka ilâh bulunmadığını, Muhammed (sa) da O'nun peygamberi olduğunu bilmesi ve şüphe etmeden bunlara inanması yeterlidir. Bu inancı başkalarından duymak ve onları taklid etmek suretiyle benimsemesi de caizdir. Çünkü Allah Rasûlü (sa), câhil bedevilerin hiç bir delil öğrenmeksizin kelime-i şehadeti getirmeleriyle yetinmiştir. Ancak, kişinin bu kelimenin manasıyla ilgili şüphe ve tereddüdü varsa, o takdirde bunları giderici delilleri öğrenmesi de farz-ı ayn olur. Açık ve kısa olan mânasını öğrenip kelime-i şehadeti söyledikten sonra, bu kimsenin günde beş vakit farz olan namazları ve bu namazların farz, vacip ve rükünlerini öğrenmesi lâzımdır. Bu bilgi de farz-ı ayndır. Ramazan ayına ulaştığında, bu ayda tutulması farz olan orucun hükümlerini öğrenmesi gerekir. Bu hükümler oruca niyetle başlanması, şafaktan akşama kadar yemek, içmek ve cinsel ilişkiden kesilmesi gibi hususlardan ibarettir. Malı varsa, üzerinden bir sene geçtikten sonra ona düşen zekât miktarını ve bunu nasıl ve kimlere vereceğini öğrenmesi lâzımdır. Malı deve ise, deve zekâtını, para ise para zekâtını öğrenmekle mükelleftir. Hac mevsimi gelince, onu edâ etmeye karar verdiği takdirde, haccın rükünlerini öğrenmesi de farz-ı ayndır. Ancak hac, gecikme ile de edâ edilebilen bir ibadettir: Bu sebeple kişi ölmeden evvel, her hangi bir senede onu edâ ederse sorumluluktan kurtulur. Fakat elbette ki, diğer farzlarda olduğu gibi, bu farzda da acele etmek evlâdır. Çünkü ecel gizli ve ölüm pusudadır. Allah Rasûlü (sa), "İbadetlerin efdal olanı, ilk vaktinde edâ edilendir." (Ancak hac için acele etmek Şafiî mezhebine göre evlâ ise de, Hanefî mezhebine göre vaciptir.) Terklere gelince, bunun ilmi şahıslara göre değişir. Bundan dolayıdır ki, dilsiz olan bir kimseye gıybet ve yalanın haram olduğunu bilmek farz değildir. Kör olan bir kimseye de nâmahreme bakmanın hükmünü öğrenmek gerekmez. Bu konuda herkesin karşılaştığı ve yapabildiği haramları bilmesi farzdır. Mükellefin öğrenip bilmesi gereken bu hususları ona öğretmek de farzdır. Bu da bilenlerin görevidir. Kısacası; farz-ı ayn olan ilim, iman edilmesi gereken hususları (imanın altı rüknü gibi), yapılması veya terk edilmesi farz olan fiil ve işleri bilmekten ibarettir. İnsanlar genellikle riya, kıskançlık, kibir gibi haller ve gıybet gibi işlerle iç içe oldukları için, helak edici olan bu işlerin mahiyetini ve haram olduklarını öğrenmek de farz-ı ayndır. Dimağın demirbaşı olan bu ilimlerin dışında kalan diğer dinî ilimleri öğrenmek ise sünnet ve fazilettir. Ancak, bu türlü ilimleri bilmeyi gerektiren hâdiselerle karşılaştıkça, onları sorup öğrenmek de vacip haline gelir. Âlimlerin de bu konularda uyarıda bulunmaları ve isteyenleri bilgilendirmeleri onlar için vaciptir. 2-Farz-ı Kifâye Olan İlimler Herkese değil, meslek ve konumları sebebiyle bazı kimselere farz olan bu ilimler iki kısımdır. Birincisi Şer'î ilimler, ikincisi ise sosyal ilimler ve sanatlardır. Şer'î ilimler, peygamberlerden öğrenilirler. Bunlar akıl, tecrübe ve duyularla elde edilemezler. Sosyal ilimler ve sanatlar ise, bu yollarla kazanılırlar. Dünya işleri için gerekli olan bu ilim ve sanatların (tıp, hendese, mimarlık, dokumacılık, ziraat ilmi gibi) basit şekilleri farz-ı ayn iken, ileri dereceleri farz-ı kifâyedirler. Bu sebeple, bir toplumda hiç kimse bu ilim ve sanatları ihtisas derecesinde bilmez ve onları icra etmezse, o toplumdaki herkes ciddî bir şekilde zarar görür. Halbuki Allah Teâlâ, "Kendinizi öldürmeyin!" (Nisa, 29), "Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın!" (Bakara, 195), "Allah, size yeryüzünü imar etme görevini verdi." (Hûd, 61) buyurmuş; Allah Rasûlü da, "Allah bir hastalık yaratmışsa, onun ilacını da yaratmıştır. Bu ilacı bulup tedavi olun." (Ebu Dâvûd, Muvatta), "Bir şey yaptığınız zaman Allah Teâlâ onu tam ve mükemmel olarak yapmanızdan hoşlanır." demiştir. Bir şeyi tam ve mükemmel olarak yapmak ise, onun ilmini bilmek ve uygulamakla mümkün olur. Bu gibi nass ve emirlerin gereği olarak, ilim ve sanatları toplumun ihtiyaçlarını karşılayabilecek sayıda kimselerin öğrenmesi ve onları icra etmesi farzdır. Bunlar bunu yaparlarsa, sorumluluk ortadan kalkar. Fakat bu yapılmadığı takdirde, toplumdaki herkes günah altına girmiş olur. Farz-ı kifâyenin de mânası budur. Şer'î ilimler ise, Kur'ân, Sünnet, İcmâ ve ashabın sözleridir. Alimlerin bir konuda görüş birliği etmesi demek olan icmâın kaynağı Kur'ân ve Sünnettir. Onun ilim ve delil olması da bu yüzdendir. Ashâb sözlerinin ilim sayılması ise şundandır: Allah Rasûlü’nün din ve dava arkadaşları olan bu insanlar vahyin inişine şâhid olmuşlar ve Allah Rasûlü’nün onunla ilgili tefsir, yorum ve tatbikatını bizzat görmüşlerdir. Bu durum, onlara daha sonrakilerin bilemeyeceği bazı incelikleri bilme imkânını kazandırmıştır. Bu sebeple âlimler, dinî konularda onlara uymayı ve sözlerine tâbi olmayı dinden saymışlardır. Şer'î ilimler, ibadet ve muameleleri (iş ilişkilerini) tanzim edenlerle ahlâk ve nefisleri ıslâh edenler olmak üzere iki kısımdır. Bu ilimler, maksad ve gaye durumundadırlar. Bunların yanında nahiv, lügat gibi âlet durumundaki ilimler de vardır. Bu âlet ilimler, maksad ve gaye olan ilimlerin anlaşılmasını sağlayan vasıtalardır. Çünkü Kur'ân ve Sünnet Arapça metinlerdir. Bu Arapça metinlerdeki doğru mânaları anlamak, ancak Arapça dilini ve onun lügat, gramer ve edebiyatını bilmekle mümkündür. Bir şeyin gerçekleşmesi başka bir şeye bağlıysa, bu ikinci şey de birinci şeyin hükmünü alır. Âlet ilimlerinin Şer'î ilimlerden sayılması da bu yüzdendir. Maksad ve âlet olan kısımlarıyla Şer'î ilimler de ileri dereceleriyle farz-i kifâyedirler. Bu sebeple, bir İslâm toplumunda yeterli sayıda müslümanların bu ilimleri öğrenmeleri ve toplumun bunlarla ilgili dinî ihtiyaçlarını karşılamaları lâzımdır. Bu yapılmadığı takdirde herkes sorumluluk altına girer. Yapıldığı durumda ise, genel sorumluluk kalkar, bu ilimleri bilmenin şeref ve sevabı da onları bilenlere ve bilmelerinde katkısı olanlara âit olur. Şer'î ilimler, diğer bir taksimle, zahir ilmi ve bâtın ilmi diye ikiye ayrılırlar. "Fıkıh" da denilen zahir ilmi, görünürdeki fiil ve hareketlere yöneliktir. Örneğin, namazın farz ve şartları, haccın rükünleri, nikâh ve talâkı gerçekleştiren sözler, ticaret ve akidlerdeki işlemler bu ilmin konularıdır. Bu ilim, ibâdet ve muamelelerin hangi hallerde sahih ve geçerli, hangi hallerde de bâtıl ve geçersiz olduğunu tayin eder. Bâtın ilmi ise, bu fiil ve amellerin icrası sırasında ve her zaman kalpte bulunması gereken ihlâs, samimiyet, iyi niyet, huşu', Allah rızasını tahsil isteği, âhiret özlemi, sabır, şükür, zühd, takva ve güzel ahlâk gibi gözle görülmeyen konuları içerir. Bu iki ilmin de kaynağı yukarıda işaret edilen Kur'ân, Sünnet, icmâ, ashâb sözleri ve bunlardan çıkarılan Şer'î hükümler ve doğru mânalardır. Bu itibarla bu iki ilim, yüz ve astar gibi veya ruhla beden gibi birbirini tamamlayan ve birbirisiz eksik kalan unsurlardır. (Peygamberimiz ve onun ashabı dönemiyle bunu takip eden iki dönemde zahir ilmi ile bâtın ilmi böyle iç içe iken, daha sonraki dönemlerde bunlar birbirinden ayrıldılar. Çünkü, bâtın ilmine sahip çıkanlar genellikle yeterli derecede fıkıh öğrenmedikleri için, Kur'ân ve Sünnet yerine şeyh ve sufilerin söz ve görüşlerini delil ve hüccet haline getirdiler. Halbuki, bu söz ve görüşlerin bir kısmı dinin öz ve esasına tamamen aykırıydı. Ayrıca, kim oldukları ve ne istedikleri tarihin karanlığında meçhul kalmış bazı kimselerin uydurdukları vahdet-i vücud nazariyesini ve velilerin tasarruf yetkisine inanmayı akideye sokmaya çalıştılar ve Kur'ân'ın telkin ettiği Allah'ın birliği akidesiyle yüz seksen derece zıt düşen bu görüşleri dinin olmazsa olmaz rükünleri haline getirdiler. Bunları uyduran kimseleri de büyük evliya derecesine çıkardılar Gerçek âlimler olan fakihler bu yanlış ve tehlikeli gelişmelere haklı olarak tepki gösterince de, din ilimlerinde ikilik ve zıtlık gibi bir durum ortaya çıktı. Bu ikilik ve zıtlığı ortadan kaldırmanın tek yolu, yine ilk üç dönemdeki İslâmî anlayışa dönmektir. Burada şuna işaret etmekte de yarar vardır. Bâtın ilmi ile 'bâtınîlik' birbirinden ayrı şeylerdir. Çünkü, bâtın ilmi kalb hayatını ilgilendiren ilim dalı iken, bâtınîlik İslâm'ı yıkmaya yönelik bir gizli harekettir. Bu harekete mensup olanlar, Kur'ân ve Sünneti maddeten ortadan kaldıramayınca, onları tutarsız ve doğru olmayan tevil ve tefsirlerle bozmaya ve anlaşılmaz hale getirmeye çalışmışlardır. Bunlar İslâm tarihinin belli bir döneminde yoğunluk kazanmış olmakla birlikte, aynı yaklaşımı gösteren her devirdeki kötü niyetli kimseler bu harekete dahildirler. Buradaki dip not, önemine binaen parantez içinde yukarıya alınmıştır.) (İslâm devleti, zahir ilmin ölçülerine göre hüküm icra eder, fertlerin birbirine karşı yaklaşımları da bu ölçülere göredir. Bâtın ilminin ölçüleri ise, dünyadaki hüküm ve yaklaşımlarda geçerli değildir. Onların ölçüleri âhiretteki hesabın esaslarıdır. Bu sebeple, meselâ, devlet müslüman olan vatandaşlarının namaz kılıp kılmadıklarını sorgulayabilir; fakat onu Allah için mi, riya için mi kıldıklarını kurcalayamaz. Fertler de, kalb alanına giren bu gibi hususlarda birbiri hakkında söz söyleyemez ve kötü zanda bulunamazlar.) Şer'î ilimlerle ilişkisi bakımından vera' ve takva dört çeşittir. Bu çeşitlerden biricisi zahir ilminin alanına girer. Diğer üç çeşit ise, bâtın ilminin konularıdır. Bunlar şöyledir: 1- Kişiden vali, hâkim ve şâhid olma yetkisini selbeden açık haramlardan çekinmek. Açık haramları işlemenin dindeki adı fısktır. Bunları işleyene de fâsık denir. 2- Haram ve helâl olma ihtimali bulunan şüpheli şeylerden sakınmak. Allah Rasûlü (sa) bu konuda şöyle buyurmuştur: "Seni şüphelendiren şeyi bırak; şüphelendirmeyen şeyi yap!" (Tirmizî Nesâî, İbnu Hibban), "Günah olan şey kalbi tırmalar" (Beyhakî, Şuab'ul-İman) 3- Harama vesile olmasından korkulan helâli terk etmek. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Kişi, zararlı (haram) olan şeyden korktuğu için buna vesile olabilen helâlleri de terk etmedikçe muttakilerden olamaz." (Tirmizî, İbnu Mâce, Hâkim) Bu, gıybete yol açacağı korkusuyla insanlardan bahsetmemek, günah işlenmesine sevk edeceği korkusuyla şehvet ve heyecan uyandıran kuvvetli ve lezzetli yemekleri yememek gibi bir sakınma türüdür. 4- Helâl oldukları ve harama yol açmayacakları kesin olarak bilindiği halde, sevap kazandırmayan ve yapanı Allah Teâlâ'ya yaklaştırmayan işlerden yüz çevirmek. Allah Teâlâ, iflah olan müminleri tarif ederken, "Onlar, faydasız işlerden yüz çevirirler." (Mu’minûn, 3) buyurmuştur. |
Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır
Allah’ın sevgisini tatmadan sakın bu fâni dünyadan göçmeyesin.
O’nun sevgisinin tadı, yiyecek ve içeceklerde bulunmaz.
Çünkü bunlardan istifade etmede kâfirlerle hayvanlar sana ortaktır. Sen Allah’ın zikrinin tadını almakta ve cem makamına muvaffak olmakta meleklere ortak ol.
Ruhlar, nefislerin serpintilerine tahammül edemez. Dünya leşine battığında bu halinle ‘ın huzuruna çıkmaya layık olamazsın. Çünkü günahla kirlenmiş olanlar Allah’ın huzuruna alınmazlar.O halde kalbini temiz tut ki, gaybın kapıları sana açılsın.
Günah işlemeyi bırakıp, zikir ve tevbe ile Allah’a dön.
Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır. İnsanların birbirine karşı iyi ve dostça davranışları olmasaydı, bunları sana anlatmazdım.
Rabiatü’l-Adeviyye:’Bu kapı ne zaman kapandı ki açılsın.
‘demiştir. Fakat ey kişi! Bu seni Allah’a ulaştıran kapıdır.
Kalbinin Allah’ın birliğinden habersiz ve bu konuda dikkatsiz olmasından sakın.
Zikredenlerin birinci basamağı, Allah’ın birliğini ve tekliğini anmaktır.
Zâkirlere kapının açılması ancak ‘ın birliğini anmalarından dolayıdır.
O’nun rahmetinden kovulanlar da ancak yaptıkları işin önemini kavramaksızın, körü körüne, bilinçsizce Allah’ı zikrettikleri için kovulmuşlardır.
Zira Allah’ı zikirde sana ancak nefsin muhalefet eder. Yaratıklara olan sevgin ne çok, Allah’a olan sevgin ise ne az!
Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevme kapısı sana açılmış olsaydı, elbette seni şaşırtan çok şeylere tanık olurdun.
Gecenin ortasında uykuyu bölüp, kıldığın iki rekât namaz, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Hastaları ziyaret etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Cenaze namazını kılman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Müslüman kardeşine yardım etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Eziyet veren şeyleri yoldan uzaklaştırman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Yere bırakılmış kılıcın onu savuracak bir kola ihtiyacı vardır. Senin için Allah’ı zikirden daha faydalı ibadet yoktur.
Çünkü zikir ayakta duran, rükû ve secde yapamayan yaşlılar ve hastalar için de kolay bir ibadettir.
Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağını, âlimler ve hikmet sahipleri sana öğretirler
.
Sen hiç satın alınır alınmaz hizmet etmeye elverişli köle gördün mü?! Bilakis o önce bir eğitimciye verilir de o onu eğitir, ona edep ve terbiye kazandırır.
Eğitim ve terbiyeyi başarıyla tamamladığında hükümdara hizmet etmeye başlar. Velilerin yaptığı da budur.
Öğrenciler, onların himmetiyle huzura varacakları güne kadar onlarla beraber olurlar.
Yüzme hocası, birine yüzmeyi öğreteceği zaman o kişi yalnız başına yüzebilecek seviyeye gelinceye kadar onunla yanyana yüzer.
Artık o yüzmeye başladığında ise onu korkusuzca denize salabilir.
‘Peygamberler, veliler veya salihler vasıtasıyla Allah’a yaklaşılamaz.’
diyen düşünceden uzak dur.
Kuşkusuz Allah kendine ulaşmak isteyenler için onları vesile kılmıştır.
Velilerden sadır olan, su üzerinde yürümek, havada uçmak, gizli şeyleri haber vermek ve suyun kaynayıp çıkması gibi harikulade haller, peygamberin doğruluğuna şahittir.
Çünkü velilere verilen kerametler, peygamberlerinden dolayıdır.
İbn Ataullah İskenderî
Yazar: Güllerin Efendisi
Allah'ın Rahmeti ve Bereketi Hepimizin Üzerine Olsun.
Bu yazıya toplam 1 yorum yazılmış, sende yorum yazmayı unutma!
Ergin demişki;12/09/2012
Yüce Rabbimin Rahmeti ile Bütün İnsanları Bağışlasın