º°¨¨°º©©º°¨¨°º©GÜLLERİNEFENDİSİ2.TR.GG©º°¨¨°º©©º°¨¨°º©
Secde ve Huşû'un Fazileti
Secde'nin Fazileti
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Secde et, yaklaş." (Alâk, 19), "Onların yüzlerinde secdenin izi vardır." (Feth, 23) Bu iz, dünyada ve özellikle âhirette secde edenlerin yüzlerine yansıyan nurdur.
Allah Rasûlü (sa) da şunları söylemiştir:
"Kişiyi Allah Teâlâ’nın rızasına en çok yaklaştıran amel, namazdaki secdedir." (İbni Mübarek), "Bir müslüman bir secde edince; Allah Teâlâ onu bir derece yükseltir ve onun bir günahını siler." (Müslim, İbnu Mâce), "Kişi secde âyetini okuyup secde ettiği zaman, şeytan ondan uzaklaşıp ağlar ve şöyle der: "Vah halime! Bu kişi secde etmekle emrolundu ve itaat edip secde etti. Mükâfat olarak da ona cennet verildi. Ben ise secde emrine isyan ettim ve ceza olarak bana ateş verildi." (Müslim)
Bir adam, "Ya Rasûlullah! Şefaatine ermem ve cennette sana yakın olmam için bana duâ et." dedi. Allah Rasûlü (sa) kendisine, "O halde, çok secde ederek duamın kabulü için yardımcı ol." diye karşılık verdi.
Abdullah İbni Abbas'ın oğlu Ali, günde bin kere secde ederdi. Ömer İbni Abdulaziz, secde ederken sergiyi kaldırıp alnını toprağa yapıştırırdı. Yûsuf İbni Esbât şöyle derdi: "Ey sağlıklı insanlar! Sağlık elde iken çokça secde edin. Ben bu hasta halimde, dünyadan sadece tam olarak rükû' ve secde edebilmeye arzu duyuyorum." Said İbni Cübeyr şöyle derdi: "Ecelim geldiği zaman, sadece gönlümün istediği kadar secde edememiş olmaktan dolayı üzüleceğim." Ukbe İbni Müslim şöyle derdi: "Allah Teâlâ’nın kulundan en çok sevdiği şey, kulun O'na kavuşmayı istemesidir. O'nun kula en yakın olduğu an da secde anıdır."
(Kıyâmet gününde, azabın büyüklüğünü gören namazsızlar, Allah Teâlâ'ya yalvarıp merhamet dilerler. Bunun üzerine kendisi onlara, "Öyleyse, bana secde edin, size merhamet edeyim!" der. Bunlar, secde etmeye çalışırlar, fakat belleri eğilmez. Odun gibi kalakalırlar. Bu olay şu âyetlerle ifade edilmiştir: "Durum ciddileştiği gün onlar secde etmeye davet edilirler. Fakat bunu yapamazlar. Ümitleri kesilir, gözleri söner ve üzerlerine zillet çöker. Bunlar, secde edebildikleri zaman da secde etmeye davet edilmişlerdi." (Kalem, 42, 43))
(Secde, ruhlara musallat olan kibri giderir, tevazuu öğretir. Ancak, secde sınırsız bir tevazu hali olduğu için, Allah Teâlâ'dan başkasına secde etmek caiz görülmemiştir. Çünkü Allah Teâlâ nazarında, hiçbir kul O'ndan başka hiçbir kimseye sınırsız tevazu gösterebilecek kadar küçük değildir. Bir kul, buna rağmen kendisini bu şekilde küçültürse, artık onun Allah Teâlâ yanında bir yeri ve değeri kalmaz. Küfür de bu demektir.)
Huşû'un Fazileti
Huşu' düşünerek ve duyarak ibadet etmektir. Huşu', ibadetin ruhudur. Huşû'un zıddı gaflet ve sehvdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Beni anmak için namaz kıl." (Tâhâ, 14), "Gafillerden olma." (A'râf, 205), "Namazlarında huşu duyan müminler iflah oldular." (Mu’minûn, 1, 2), "Ne dediklerinizi bilinceye kadar, sarhoş iken namaza yaklaşmayın." (Nisa, 43) Bu âyette sözü edilen sarhoşluk, bilinen sarhoşluk yanında, dünya sarhoşluğu ve zihin dağınıklığı ile de tefsir edilmiştir. Gerçekten de, nice namaz kılanlar vardır ki, içki içmedikleri halde, namazda okuyup yaptıklarından habersizdirler. Rivayet edildiğine göre, Allah Teâlâ daha önceki bir kitapta şunu vahyetmiştir: "Ben her namaz kılanın namazını kabul etmem. Ben ancak büyüklüğüme boyun eğen, kullarıma karşı kibirlenmeyen ve benim rızam için fakir ve açları gözeten kimselerin namazlarını kabul ederim."
(Kanaatimize göre, "Allah Teâlâ daha önceki bir kitapta şunu söylemiş.", "Musa (as) şunu söylemiş.", "İsa (as) şunu söylemiş." gibi kesinlik ifade eden sözler söylemek caiz değildir. Çünkü, daha evvelki kitaplar ve dinler artık mevsuk ve güvenilir değildirler. Kaldı ki, bu nakledilen sözler, şimdiki halleriyle eski dinî metinlerde mevcud da değildirler. O halde, bu kabil nakillere kesin olarak Allah Teâla'nın veya peygamberlerin sözleri nazarıyla bakmamak lâzımdır. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Eski dinî kitaplara el karıştığı için, bunlardan size bir nakil yapılırsa, ne tasdik, ne de tekzip edin, "Doğrusunu Allah Teâlâ bilir." deyin.")
Allah Rasûlü (sa) şunları söylemiştir: "Kim dünyaya âit bir şeyi aklına getirmeden iki rek'at namaz kılarsa, onun geçmiş günahları affolunur." (İbnu Ebi Şeybe; az bir değişiklikle Buharî ve Müslim), "Namazın farz kılınması, hac ve tavafın emredilmesi ve diğer ibadetlerin gerekli görülmesi Allah Teâlâ'yı anmak içindir. Sen O'nu anmaz ve kalbin O'nun büyüklük ve heybetiyle titremezse, yaptığın ibadetlerin ne mânası olabilir?" (Ebu Dâvûd, Tirmizî), "Namaz kıldığın zaman, vedalaşan insan gibi kıl." (İbnu Mâce, Beyhakî) Buradaki vedalaşmaktan maksat, nefis ve dünya ile vedalaşıp onlarla ruhî ve zihnî bağlılığını koparmaktır; ya da Allah Teâla’nın huzurunda en sevdiği kimseyle vedalaşan bir insanın ruh coşkunluğu ile durmaktır.
Namaz, Allah Teâlâ ile mülakat etmek ve konuşmaktır. O'nu anmayan ve O'nun huzurunda olduğunu düşünmeyen bir kimse, O'nunla nasıl konuşabilir? Ayrıca, uykudaymış gibi ne söylediğinden ve ne yaptığından haberi olmayan bir insanın söz ve fiillerine ne önem verilebilir? Bu sebeple, Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir sözde şöyle denilmiştir: "Allah Teâlâ, kişinin bedeni gibi, kalb ve zihnini de huzura getirmeden kıldığı namaza bakmaz."
Hz. Âişe (ra) şunu söylemiştir: "Allah Rasûlü (sa) bizimle, biz onunla konuşurduk. Fakat namaz zamanı gelince, sanki bizi hiç tanımamış gibi olurdu." (el-Ezdî) Bu hadisin diğer bir rivayeti de şöyledir: "Fakat ezanı duyunca, artık hiç kimseyi tanımaz bir hal alırdı." Çünkü bundan sonra kalb ve zihni yalnızca Allah Teâlâ'yı anmakla meşgul olurdu. Kılınan namazdan kalb ve zihin habersiz iseler, ondan hiç etkilenmezler; etkilenmeyince de iyileşme göstermezler. Bu sebeple, bu namazın sahibi bir taraftan namaz kılarken, bir taraftan da kötülüklere devam eder. Allah Rasûlü (sa) böyleleri için şöyle buyurmuştur: "Namazı kendisini kötülük ve çirkinliklerden korumadığı bir kimse, namazına rağmen giderek Allah Teâlâ'dan daha çok uzaklaşır." (Taberânî)
Bu hadisin diğer bir rivayet şekli de şöyledir: "Bir kimsenin namazı ona iyilik telkin etmez ve onu kötülükten soğutmazsa, o bu namazla sadece Allah Teâlâ'dan uzaklaşır."
Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyurulmuştur: "Hiç şüphesiz, namaz hayâsızlıktan ve çirkinlikten alıkoyar. Allah'ın zikri (O'nu anmak) en büyük şeydir. Allah neler yaptığınızı bilir." (Ankebût, 45)
Allah Rasûlü (sa), namaz kılmakta olan bir adamın, eliyle sakalını okşadığını görünce şöyle demiştir: "Bu adamın kalbi huşu duysaydı, eli de böyle oynamazdı." (Hâkim, Tirmizî)
Said Tunuhî namaz kıldığı zaman, göz yaşları sakalından damla damla akardı. Müslim İbni Yesâr, namaza girdiği zaman, yanındaki konuşmaları ve sesleri duymazdı. Halef İbni Eyyûb'a, "Namazda iken üzerine konan sineklerden rahatsız olmuyor musun?" diye sormuşlar. Bu zat şöyle cevap vermiştir: "Fâsık bir kimse, sabırlı ve güçlü görünmek için halkın huzurunda kendisine vurulan sopalardan rahatsız olmaz. Ben Hâlık'ın huzurunda bir kaç sinekten mi rahatsız olayım?!" (Akıllıların delilerden, âlimlerin câhillerden, müslümanların da fâsıklardan öğrenecekleri dersler vardır.)
Hz. Ali (ra), namaz vakti girince, titrer ve rengi atardı. Bunun sebebi sorulunca da şöyle derdi: "Allah Teâlâ, emâneti göklere, yere ve dağlara arz etti; fakat onlar sorumluluktan korkup onu almaktan imtina ettiler. Biz ise, bu büyük emâneti alıp sırtımıza yükledik. Şimdi, onun hesabını verme zamanıdır." Ali İbni Hüseyin (ra) abdest aldığı zaman yüzü sararırdı. Ona neden böyle değiştiği sorulduğu zaman da, "Kimin huzuruna çıkmaya hazırlandığımı biliyor musunuz?" derdi.
Abdullah İbni Abbas (ra) şöyle demiştir: "Huşu ve tefekkürle kılınan iki rek'at namaz, tefekkür ve huşusuz olan bütün bir gece ibadetinden daha hayırlıdır." Hatim el-Asamm şunu söylemiştir: "Namaza durduğum zaman Kabe'yi önümde, ölüm meleğini arkamda, cenneti sağımda, cehennemi solumda hissederim. Bunun son namazım olduğunu düşünerek korku ve ümit içinde tekbir getiririm. Kıraati tertil ile (tane tane) okur, rükû ve secdeyi huşu ile yaparım. Ancak yine de, kıldığım namazın kabul şartlarını hâiz olduğunu söyleyemem."
Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır
Allah’ın sevgisini tatmadan sakın bu fâni dünyadan göçmeyesin.
O’nun sevgisinin tadı, yiyecek ve içeceklerde bulunmaz.
Çünkü bunlardan istifade etmede kâfirlerle hayvanlar sana ortaktır. Sen Allah’ın zikrinin tadını almakta ve cem makamına muvaffak olmakta meleklere ortak ol.
Ruhlar, nefislerin serpintilerine tahammül edemez. Dünya leşine battığında bu halinle ‘ın huzuruna çıkmaya layık olamazsın. Çünkü günahla kirlenmiş olanlar Allah’ın huzuruna alınmazlar.O halde kalbini temiz tut ki, gaybın kapıları sana açılsın.
Günah işlemeyi bırakıp, zikir ve tevbe ile Allah’a dön.
Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır. İnsanların birbirine karşı iyi ve dostça davranışları olmasaydı, bunları sana anlatmazdım.
Rabiatü’l-Adeviyye:’Bu kapı ne zaman kapandı ki açılsın.
‘demiştir. Fakat ey kişi! Bu seni Allah’a ulaştıran kapıdır.
Kalbinin Allah’ın birliğinden habersiz ve bu konuda dikkatsiz olmasından sakın.
Zikredenlerin birinci basamağı, Allah’ın birliğini ve tekliğini anmaktır.
Zâkirlere kapının açılması ancak ‘ın birliğini anmalarından dolayıdır.
O’nun rahmetinden kovulanlar da ancak yaptıkları işin önemini kavramaksızın, körü körüne, bilinçsizce Allah’ı zikrettikleri için kovulmuşlardır.
Zira Allah’ı zikirde sana ancak nefsin muhalefet eder. Yaratıklara olan sevgin ne çok, Allah’a olan sevgin ise ne az!
Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevme kapısı sana açılmış olsaydı, elbette seni şaşırtan çok şeylere tanık olurdun.
Gecenin ortasında uykuyu bölüp, kıldığın iki rekât namaz, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Hastaları ziyaret etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Cenaze namazını kılman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Müslüman kardeşine yardım etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Eziyet veren şeyleri yoldan uzaklaştırman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Yere bırakılmış kılıcın onu savuracak bir kola ihtiyacı vardır. Senin için Allah’ı zikirden daha faydalı ibadet yoktur.
Çünkü zikir ayakta duran, rükû ve secde yapamayan yaşlılar ve hastalar için de kolay bir ibadettir.
Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağını, âlimler ve hikmet sahipleri sana öğretirler
.
Sen hiç satın alınır alınmaz hizmet etmeye elverişli köle gördün mü?! Bilakis o önce bir eğitimciye verilir de o onu eğitir, ona edep ve terbiye kazandırır.
Eğitim ve terbiyeyi başarıyla tamamladığında hükümdara hizmet etmeye başlar. Velilerin yaptığı da budur.
Öğrenciler, onların himmetiyle huzura varacakları güne kadar onlarla beraber olurlar.
Yüzme hocası, birine yüzmeyi öğreteceği zaman o kişi yalnız başına yüzebilecek seviyeye gelinceye kadar onunla yanyana yüzer.
Artık o yüzmeye başladığında ise onu korkusuzca denize salabilir.
‘Peygamberler, veliler veya salihler vasıtasıyla Allah’a yaklaşılamaz.’
diyen düşünceden uzak dur.
Kuşkusuz Allah kendine ulaşmak isteyenler için onları vesile kılmıştır.
Velilerden sadır olan, su üzerinde yürümek, havada uçmak, gizli şeyleri haber vermek ve suyun kaynayıp çıkması gibi harikulade haller, peygamberin doğruluğuna şahittir.
Çünkü velilere verilen kerametler, peygamberlerinden dolayıdır.
İbn Ataullah İskenderî
Yazar: Güllerin Efendisi
Allah'ın Rahmeti ve Bereketi Hepimizin Üzerine Olsun.
Bu yazıya toplam 1 yorum yazılmış, sende yorum yazmayı unutma!
Ergin demişki;12/09/2012
Yüce Rabbimin Rahmeti ile Bütün İnsanları Bağışlasın