GÜLCEMAAT DİYARINA HOŞGELDİNİZ
 

º°¨¨°º©©º°¨¨°º©GÜLLERİNEFENDİSİ2.TR.GG©º°¨¨°º©©º°¨¨°º©

Namaz Amellerindeki Mânaları Düşünmek

Namaz Amellerindeki Mânaları Düşünmek

Namaz amellerinden maksat, namazı oluşturan hareketler ve zikirlerdir. Bu hareket ve zikirlerin hepsinin mânaları vardır. Böyle olunca da ve namaz kılanların bir hareket veya bir zikir yaptıkça onun mânasını düşünmeleri lâzımdır. Bu mânaların hepsini anlatmak uzun süreceği için, burada bir kısmına kısa işaretler yapacağız.

Namazınla âhireti arayanlardan isen, ezan sesini duyduğun zaman, kıyâmet günündeki çağrıyı (kabirden mahşer ve hesap yerine gitme çağrısını) aklına getir ve ona icabet etmek için hemen maddî ve manevî yönlerden hazırlanmaya çalış. Çünkü, bu çağrıya gönüllü ve istekli olarak icabet edenler, kıyâmet gününde lütuf ve yumuşaklıkla çağrılırlar. Bu sebeple, ezan sesinden hoşlanmak ve onunla sevinmek, kıyâmet günündeki çağrının kurtuluş müjdesi şeklinde olacağının işaretidir. Ezan vakti geldiğinde Allah Rasûlü (sa): "Ey Bilâl! Bizi rahatlat." derdi." (Darekutnî, Ebu Dâvûd) Bununla, "Ezan okuyup ruhumuzu neşelendir." demek isterdi. Çünkü ezan, sevgililer sevgilisi ve sevgililerin en yücesi olan kâinat sultanının huzuruna davet ve giriş iznidir.

Namaz kıldığın yeri, elbiseni ve bedenini temizlediğin zaman, bu şeylerin senin özünü koruyan zarf, kılıf ve kabuk olduklarını, bu sebeple bunları temizlerken özünü kirli bırakmanın doğru olmadığını düşün ve onu da tevbe etmek, pişmanlık duymak ve günah işlememeye karar vermekle temizle. Bil ki, Allah Teâlâ, namaz sırasında senin kılıf ve kabuğuna değil, öz ve cevherine bakar, onu teftiş eder ve onu değerlendirir.

Setr-i avret yaptığın (elbise giyip avret mahallini örttüğün) zaman, bununla halkın bakış yeri olan bedeninin çirkinliklerini gizlediğini, bunun yanında Allah Teâlâ’nın bakış yeri olan kalbinin çirkinliklerini de gizlemen gerektiğini düşün. Ancak bedeninin çirkinliklerini elbise ile gizlemek mümkün olduğu halde, kalbinin çirkinliklerini (kötü huylarını, çirkin arzularını ve günah izlerini) gizlemek ancak pişman olmak, Allah Teâlâ'dan af dilemek, O'na karşı utanma ve korku duymakla mümkündür. Bu düşünce ile, kalbinde uyumuş veya uyuşmuş bir halde duran korku ve utanma hislerini uyandır ve bu düşünce ve hislerle donanmış bir halde Rabbinin huzurunda dur.

Kıbleye yöneldiğin zaman, bununla baş ve göğsünü Allah Teâlâ’nın sembolik evine doğru çevirdiğini, bunun yanında başının içindeki dimağla göğsünün içindeki kalbini de bizzat Allah Teâlâ'ya çevirmen ve yalnız O'na dönüp O'nu duyman gerektiğini düşün. Bil ki, dışarıdaki maddî şeylerin ayarlanması, onların içindeki öz ve mânaların ayarını sağlamak içindir. Bu sebeple, baş ve göğsü Kıbleye çevirmek, dimağ ve kalbi Allah Teâlâ'ya çevirmeye yönelik bir çalışma ve hazırlıktır. Bu hakikati ifade etmek için şöyle denilmiştir: "Kul namaza durduğu zaman, onun yüzü gibi, özü ve kalbi de Allah Teâlâ'ya dönmüşse namazı namaz olur."

Namaz için niyet getirmek, kılınacak olan namazı en mükemmel şekilde ifa etmeye söz vermektir. Bu sebeple, namazı eksik ve kusurlu hale getiren gaflet, fikir dağılması, lüzumsuz hareket ve riya gibi hallerden sakınmak lâzımdır. Niyet, bir anlamda ömür boyunca Allah Teâlâ'ya kulluk etmeye karar vermeyi de içerir. Çünkü bütün ömür bir namaz zamanı kadar kısadır. Onun için, "Dünya bir saattir. O saati de ibadetle geçir." denilmiştir. Allah Teâlâ yalnız namaz zamanında değil, doğumdan ölüme ve oradan ebede kadar kulun Rabbi, Âmiri ve Mâliki olduğu için, O'na kulluk da namaz zamanıyla sınırlı değildir.

Namaz vasıtasıyla Allah Teâlâ’nın huzuruna girmene izin verildiği için, namaza girmeye niyet getirirken minnet ve şükür duygularıyla dolu olman lâzımdır.

Ayakta durmak, sana kıyâmet gününde hesap için Allah Teâlâ’nın önünde durmayı düşündürmelidir. Şimdiki gıyabî duruşun, o gün vicahiye çevrilecek ve belki o zaman ellerin arkanda veya boynunda kelepçeli olacaktır. Onun için, ayakta dururken bunun Allah Teâlâ’nın huzurunda durmak olduğunu düşün ve bunun ağırlığını duy. Bunun nasıl bir duygu olduğunu bir nebze anlamak için, kendini güçlü bir sultanın önünde hayal et ve kalbinin çarpıntılarını seyret. Bunu anladıktan sonra, artık Allah Teâlâ’nın önünde dururken başını eğ, bakışlarını indir ve sakin dur. Buna paralel olarak da kalbinde tevazu, kibirsizlik ve edep halini yaşa.

Tekbir getirmek; Allah Teâlâ’nın her şeyden büyük olduğunu söylemektir. Bu sebeple, tekbir getirirken, kalbinde O'ndan daha büyük bir şey barındırırsan, kendi kendini yalanlayıp Allah Teâlâ’nın huzurunda yalancı durumuna düşürürsün. Elbette ki, her hangi bir şeyi kavram olarak O'ndan büyük görmezsin. Çünkü bu, O'na iman etmeye terstir. Lâkin nefsinin her hangi bir arzusunu O'nun emirlerinden üstün tuttuğun ve bu arzuyu O'nun huzurunda bile unutmayacak kadar ileri götürdüğün takdirde, dolaylı olarak nefsini Allah Teâlâ'dan daha büyük görmüş olursun. Bu durumda ilâhın Allah Teâlâ değil, kendi nefsindir.

Kur'ân-ı Kerim'de bu tip kimselere, "Kendi nefislerini ilâhlaştıranları görüyor musun!" (Furkan, 43; Câsiye, 23) sitemli ifadesiyle işaret edilmiştir.

Tekbirden sonra "Veccehtu" duasını okurken, bunun ilk cümlesinde, "Yüzümü, gökleri ve yeri yoktan yaratana çevirdim." diyorsun. Bunu söylerken düşünmelisin ki, buradaki yüzden maksat kalptir. Çünkü, Allah Teâlâ bir tarafta olmadığı için, O'na dönmek yüzle değil, kalb ve gönülledir. Bu sebeple, bu sözü söylediğin zaman, eğer kalbin ona dönmemiş ve hâlâ dünya işlerini ölçüp biçmekle meşgul ise, yalancı durumuna düşersin. Bu duruma düşmemek için, yüzünle birlikte kalbini de Rabbine çevirmelisin.

Bu duadaki "Ben bâtıldan hakka dönmüş bir müslümanım." cümlesini söylediğin zaman, her türlü bâtıldan dönmen ve Allah Rasûlü’nün müslümana yaptığı tarif gereği, müslümanların senin elinden ve dilinden selâmette olmaları lâzımdır.

"Ben müşriklerden değilim." dediğin zaman; şirkin birkaç çeşidi bulunduğunu, nefse mutlak itâatin, riya ve gösterişin de birer şirk çeşidi olduklarını düşünmen ve bunlardan sakınman lâzımdır.

"Hayatım ve ölümüm Allah içindir." dediğin vakit; bu sözü söylemenin ancak nefsinden geçmiş ve kendisini Rabbinin ibadet ve hizmetine adamış bir kulun ağzına yakıştığını düşünmen ve böyle bir kul olma çabasına girmen lâzımdır.

"Recmedilmiş şeytandan Allah'a sığınıyorum." dediğin zaman, şeytanın sana düşman olduğunu ve seni Rabbinin yolundan ayırmak için çalıştığını düşünmen ve onun tuzaklarına düşmemeye gayret göstermen lâzımdır. Çünkü Allah Teâlâ, sadece sözle sığınma talebini kabul etmez; O, sözle birlikte davranış ve gayret de ister.

Meselâ; bir hastalığa şifâ vermesi için duâ edilirken, bilerek hastalığı arttırıcı şeyler yapılırsa, Allah Teâlâ bu duayı kabul etmez. Çünkü böyle bir durumda kişi fiil ve davranışıyla duasından vazgeçtiğini göstermiş olur. Bu hastalığı tedavi etme imkânı bulunduğu takdirde bunu yapmamak da aynı anlamı taşır. Bunun gibi, bir kimse, diliyle Allah Teâlâ'ya sığınırken, eğer O'nun emirlerine muhalefet edip şeytanın telkinlerine uyarsa, kendi kendisini yalanlamış ve sözünü geri almış olur. Bu durumda da Allah Teâlâ onu şeytandan korumaz ve muhtemelen ciddiyetsizliğinin cezası olarak onu daha çok şeytanın eline verir. "Namaz kılmaya rağmen Allah Teâlâ'dan daha çok uzaklaşmanın" sebebi de budur.

Fâtiha'ya başlayıp "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla" dediğin zaman, Allah isminin her işin başı, her hayrın anahtarı, her başarının şartı90, her bereketin kaynağı ve her mutluluğun dayanağı olduğunu düşünmen lâzımdır.

"Hamd, Allah içindir." dediğin zaman, bütün nimetlerin O'nun vergisi olduğunu, bu sebeple her türlü hamd ve şükrün de O'na yapılması gerektiğini düşünmen gerekir.

"O, Rahman ve Rahimdir." dediğin zaman, O'nun had ve hesaba gelmeyen rahmet çeşitlerini düşünmek ve ümitlenmek gerekir. Bu sebeple, Kur'ân-ı Kerim'de ümitsizliğin kâfirlerin hali olduğu bildirilmiştir. (Yûsuf, 87) Çünkü ümitsizlik, Allah Teâlâ’nın rahmetini inkâr etmek anlamındadır. Halbuki, bütün varlık âlemi bütün güzellikleri, ışıkları ve mutluluklarıyla O'nun rahmetinin yansımalarıdır. Hayat elbette ki her zaman güllük gülistanlık değildir; onda fırtınalar da vardır. Fakat, sabır ve Allah Teâlâ'ya güvenmekle bu fırtınalar da kıştan sonraki bir baharı hazırlar ve güllük gülistanlığa dönüşür. Ve bu mucize de kendiliğinden, kör tesadüflerle veya eli kolu bağlanmış insanın bir işe yaramayan ve hatta karıştıkça bozan çalışmasıyla değil, Allah Teâlâ'nın rahmet ve imdat etmesiyle gerçekleşir.

"O, hesap ve din gününün sahibi ve sultanıdır." dediğin zaman, kalbinin korku ile dolması ve ürpermesi lâzımdır. Çünkü, o gün tek hüküm sahibi olan bu Sultana karşı çaresiz kalırsın. Seni amelinle mahkeme etse, cezaya çarpılırsın. Sana merhamet etmesini de hakettiğine emin değilsin. O gün din günüdür, dinin ne işe yaradığının görüldüğü ve onun tek değer haline geldiği gündür. O gün, gerçek dindarların kurtuluş, zafer ve mutluluk günüdür.

Gerçek dindarlar ise, hak dine göre tam amel eden kimselerdir. Senin ise kötülüklerin ve günahların bir yana, hayır ve ibadetlerin bile istiğfar gerektiren kusur ve eksikliklerle doludur.

"Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz." dediğin zaman; namazı da, diğer ibadetleri de yalnız Allah için yapmak, bunlara nefis ve dünyaya âit heves ve hesap karıştırmamak gerektiğini ve iyi işlerin ancak O'nun inayet ve yardımıyla yapılabildiğini, kendi hallerine bırakılan insanların sadece kötülük yaptıklarını ve yıkıma yaradıklarını düşünmen lâzımdır. Gerçek bu olduğu için, ibadet ve hayırlara muvaffak olduğun zaman, bunları Allah Teâlâ’nın tevfik ve inayetinden bilmeli ve kibir, riya, iddia, sebeplere bağlama gibi yanlışlıklardan sakınıp O'na şükredip minnet duymalısın. Çünkü iyi işler yapmak aklın eseri olsaydı, senden daha akıllı olan insanların kötü işler yapmamaları gerekirdi. Bunları yapmak kuvvetin sonucu olsaydı, senden daha kuvvetli olanların senden daha çok iyi işler yapmaları lâzım gelirdi. Akıl ve kuvvetin bu alanda büyük yardımları olabilir. Ancak onları bu istikamete yönlendiren Allah Teâlâ'dır.

"Bizi doğru yola hidayet et." dediğin zaman, beşerin en büyük meselesinin hidayet yolunu bulmak olduğunu düşünmen lâzımdır. Çünkü mutluluk ve saadete giden yol hidayet yoludur. Diğer bütün yollar çıkmazlarda, bataklıklarda ve uçurumlarda biterler.

"Bu yol, kendilerine iyilik ettiğin kullarının yoludur. O, senin gazabına uğrayıp şaşırmış olanların yolu değildir." dediğin zaman, hidayet yolunu tarif etmiş olursun. O halde bu yol, çok akıllı veya çok güçlü olanların veya kelle sayısı çok olanların yolu değil, Allah Teâlâ’nın kendilerine iman nasip ettiği ve sâlih amellere muvaffak kıldığı kimselerin yoludur. Bu yolda beşeriyetin mutlak rehberleri ve tartışmasız büyükleri olan peygamberler gelip geçmiş, mutluluk tohumlarını ekmiş ve misk-u amber gibi kokulu izler bırakmışlardır.

Bundan sonra, zamm-ı sûre okurken, onun da mânasını düşün. Çünkü Kur'ân, sadece lâfız değil, lâfız ve mânadan oluşan bir terkiptir. Kur'ân'ın mânasını düşünmek, lâfzını okumak kadar kolay olmadığı için de yavaş okumak lâzımdır. Hiç şüphe yoktur ki, mânasını düşünmek şartıyla az bir miktar okumak, düşünmeden bunun birkaç katını okumaktan hem daha sevaplı ve hem daha etkilidir.

Allah Teâlâ, "Bu Kur'ân, akıl sahipleri mânalarını düşünsünler ve anlasınlar diye indirdiğimiz mübarek (bereketli) bir kitaptır." (Sâd, 29) buyurmuştur. Kur’ân’

Kur'ân'da anlatılan vakalar eğlendirici hikâyeler değil, hisse ve ders çıkarılması ve ibret alınması gereken misâllerdir. Onun için, Allah Teâlâ, "Biz bu misâlleri insanlar düşünüp tefekkür etsinler diye veriyoruz." (Haşr, 21) buyurmuştur.

Namaz kılarken, kahır ve cebir sahibi, güç ve kudrette emsalsiz bir sultanın karşısında güçsüz, çaresiz, kimsesiz ve itibarsız bir suçlu durumundasın. Bunu düşününce korkudan belin bükülür ve ellerinle teslim olma işareti yaparak rükûa gidersin. Burada üç kere, "Büyük olan Rabbimi takdis ederim." diyerek O'nun hiddetini yatıştırmaya ve merhametini celbetmeye çalışırsın. Bu korku ve heybetle rükûa giden ilk müslümanlar, orada dermansız ve hareketsiz kalırlardı. Onları cansız zanneden kuşlar, gelip sırtlarına konarlardı.

Bu şekilde eğilip rükûda zikir yaptıktan sonra Allah Teâlâ’nın geniş olan rahmetini düşünüp güç bulur ve belini doğrulmaya çalışıp inişte yaptığın gibi, tekrar ellerini kaldırır ve teslim olma hareketini yaparsın. Ancak, kısa bir süre içinde ruhunu yeni bir heybet, haşyet ve hacâlet dalgası sarar ve bu sefer daha büyük bir eğilme ve ayağa kapanma şekli olan secdeye gider ve orada, "Çok yüce olan Rabbimi takdis ederim." dersin. Secde vaziyeti zilletin en son şeklidir. Musalli (namaz kılan), en şerefli uzvu olan alnını ve kibrini temsil eden burnunu ayakların bastığı yere bırakır. Bu mânayı kuvvetlendirmek için, bu uzuvları örtüsüz (çıplak) toprak ve çakılların üstüne bırakmak daha efdaldir. Allah Rasûlü ve onun ashabı bu şekilde secde ederlerdi. Eğer musalli, bu uzuvlarıyla birlikte içinde olan nefsini de aşağı ve zelil görürse, secdenin hakikatini ifâ etmiş olur.

Secde hali musalli'ye aslını hatırlatıp ondaki kibir hissini ve yücelik vehmini kırar. Çünkü insan topraktan yaratılmıştır ve bir gün tekrar ona döner.

Bu mânaların ruh ve zihne iyice işlemesi için, her rek'atta iki kere secde edilir.

Kıyam, rükû ve secde vaziyetlerinden sonra geriye oturma hali kalır. Bunun için son olarak oturma vaziyetini alırsın ve bu vaziyette, "Bütün saygılar ve tazimler Allah içindir. Bütün güzel işler, yararlı ve değerli şeyler O'na armağandır" diyerek tahiyyât okursun. Bu vaziyette iken iman ve İslâm nimetine Allah Rasûlü vasıtasıyla erdiğini, Rabbini tanımayı ve O'na ibadet etmeyi kendisinden öğrendiğini düşünerek teşekkür etmek ve minnet borcunu ödemek için ona selâm verirsin ve Allah Teâlâ’nın ona merhamet etmesi ve selâmet vermesi için dua edersin ve kendisinin Allah Teâlâ’nın hak peygamberi olduğuna şahidliği de kapsayan eşhedü'yu okursun.

(Tahiyyât, Allah Resulünün Miraçta Allah Teâlâ'ya en yakın olduğu yerde söylediği sözün, Allah Teâlâ tarafından kendisine verilen cevabın ve Cebrail (as)’

Namazdan çıkmak niyetiyle selâm verdikten sonra, kıldığın namazın eksiklik ve yetersizliğini düşünerek üç kere istiğfar eder ve Allah Teâlâ'dan af dilersin. Allah Resulünün bu istiğfarı yaptığı rivayet edilmiştir.

(Bu istiğfar, üç kere "Estağfirüllahel'azîm" demek şeklindedir. Mânası ise, "Büyük olan Allah'tan af ve mağfiret diliyorum."dur. Bu istiğfarın daha uzun şekilleri de rivayet edilmiştir.)

Yahya İbni Vessâb, namazdan çıktıktan sonra onun kabul edilmemiş olması ihtimalini düşünüp korkuya kapılır ve bu korku onun yüzüne yayılırdı.

İbrahim en-Neha’î de aynı düşünce sebebiyle bitkinleşir ve bir müddet yerinde hareketsiz ve cansız gibi kalırdı.

Çünkü Allah Teâlâ, "Nasıl olursa olsun namaz kılın," dememiş; "Onu dosdoğru ve tastamam kılın." (Bakara, 43) demiş ve "Onlar namazlarında huşu duyarlar." (Mu’minûn, 2), "Onlar namazlarının âdap ve erkânını gözetirler; onlar namazlarına müdavimdirler." (Mu’minûn, 9) gibi âyetlerle onun nasıl kılınması gerektiğini bildirmiştir.

Bu ölçülerin altında kalan namazlar ise hakettikleri için değil, ancak Allah Teâlâ’nın rahmet, müsamaha ve affı ile kabul edilebilir. O'nun rahmeti, müsamahası ve affı da haktır. Bu sebeple, O'na karşı kusurlarını itiraf eden, benlik, enaniyet, iddia, riya ve kibir taşımayanların ümitsizliğe düşmeleri de doğru değildir.

Yukarıda görüldüğü gibi, namazda öz ve ruh durumunda olan şey huşu ve kalbin hazır olmasıdır. Huşu, imanın meyvesi ve Allah Teâlâ’nın azametine yakîn derecesinde inanmanın meyvesidir. Allah Teâlâ’nın büyüklüğünü, O'nun her şeye muttali' olduğunu ve kendi kendisinin kusurlarını bilen bir kimse, namazda da, namaz dışındaki hallerinde de huşu duyar.

"Vay o namaz kılanlara ki namazlarından sehv ederler." (Mâûn, 4) âyeti şu anlamlarla tefsir edilmiştir:

1 - Namazdan sehv etmek, onda huşu duymamaktır.

2- Fikir dağınıklığı yüzünden kaç rek'at kıldığını şaşırmaktır.

3- Namazı unutup vaktini kaçırmaktır.

4- Namazı önemsememektir. Bu sebeple de, onu vaktinde kılmanın sevincini, vaktinden çıkarıp kazaya bırakmanın üzüntüsünü duymamak ve ne birinci halin sevabını, ne de ikinci halin vebalini önemli bulmamaktır.

5- Namazın hatırını saymayıp onunla telifi yakışık almayan ve ancak namaz kılmayanlara yakışan kötülükleri ve günahları işlemektir. Çünkü Allah Teâlâ, "Namaz aşırılıkları ve çirkin şeyleri nehyeder." buyurmuştur. Bunları yapmak ise namazı dinlememek ve onu saymamaktır.

Farz namazlardaki eksiklikler sünnet olan namazlarla telâfi edilir.

Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Kıyâmet gününde ilk sorulan amel namazdır. Şayet onun farz kısmında eksiklik görülürse, Allah Teâlâ meleklere: "Kulumun sünnet namazları varsa, eksikliğini onlarla tamamlayın." diye emreder." (Sünen sahipleri), Hâkim Bu da Allah Teâlâ’nın bir lütuf ve merhametidir. O, kulunu batırmak için değil, kurtarmak için bahane arar.

ın mânaları çeşitlidir. Bunların bir kısmı vaad ve müjde tarzında, bir kısmı tehdid tarzında, bir kısmı emir ve nehiy şeklinde, bir kısmı mev'iza şeklinde, bir kısmı ilâhî nimetleri sayma ve hatırlatma biçiminde, bir kısmı da ibret alınacak olayları anlatma ve dikkate verme biçimindedir. Onun için, vaad ve müjde âyetlerini okurken sevinmek, tehdidleri okurken korkmak, emir ve nehiyleri okurken onları tatbik etmeye karar vermek, mev'izaları okurken yumuşayıp hayra yönelmek, ibretli vakaları okurken de verilmek istenen mesajı ve dersi almak lâzımdır. "Olmuş şeylerden ibret ve ders almayanlar, kendileri başkalarına ibret ve ders olurlar."ın bunların sözlerine eklediği şehâdetin tekrarlanmasıdır. Bu sözlerin namazda okunmasının sebebi, namazın da bir çeşit Mirâc olmasıdır.)

İmamlık Etmek ve İmama Uymak

İmamlık etmenin bazı edepleri vardır. Bunlar şöyledir:

1- Kendisini istemeyen bir cemaate imamlık etmemek. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Üç insanın namazları başlarından yukarıya çıkmaz. (Yani kabul olunmaz. Çünkü kabul olunan ameller göklere çıkarlar.) Bunlar sahibinden kaçan köle, kocasını kızdıran kadın ve istenmediği halde imamlık eden kimsedir." (Tirmizî. Not: Hadislerde "imam" sözcüğü devlet yöneticileri için de kullanılmıştır. Bu itibarla, bu hadisin şümulüne bunlar da dahildirler.)

2- Cemaat içinde kendisinden daha âlim birisi varsa, öne geçmemek.

3- İmamlık şartlarına hâiz olmadığını bilirse, bu işe kalkışmamak.

4- Bu engellerden hiç birisi yoksa, teklif edilen imamlığı reddetmemek.

5- İmamlık ve müezzinliği birlikte yapmamak. Bu iki görevi birlikte yapmak mekruhtur. Bunlardan hangisinin efdal olduğu hususu ise ihtilâf konusudur. Sahih olan görüş, imamlığın efdal olmasıdır. Çünkü, insanların en hayırlısı olan Allah Rasûlü ve onun ilk halifeleri imamlık yapmışlardır. Müezzinliğe göre imamlık sorumluluğunun daha fazla olması da bunun daha efdal olduğunu gösterir. Çünkü sorumluluk arttıkça sevap da artar. Nitekim sorumluluğu en büyük olan vazife devleti yönetmektir. Sevabı en büyük olan amel de şartları dahilinde icra edilen bu vazifedir. Allah Rasûlü (sa), "Âdil bir sultanın bir günlük yönetimi atmış senelik nafile ibadetten daha efdaldir." (Taberânî) buyurmuştur.

6- Namazları, ilk vakitlerinde kıldırmak. En sevaplı vakit ilk vakit olduğu için, normal şartlarda, cemaatin çoğalması düşüncesiyle de olsa, namazı geciktirmek mekruhtur.

7- Geçimi başka bir yoldan temin edilmişse, imamlık görevini (müezzinlik de öyledir) ücretsiz ve sırf Allah rızası için yapmak. Bu durumda ücret almak mekruhtur. Ücret aldığı halde de, onu namaz kıldırma karşılığı değil, aynı mescide devam etme ve o yerin hizmetini görme karşılığı olarak kabul etmelidir.

8- Namazı fetva değil, takva ölçüleriyle kıldırmak.

(Amellerin fetva ve takva ölçüleri vardır. Fetva ölçüsü onların cevaz hali, takva ise fazilet halidir. Kişi tek başına kıldığı takdirde, namazını fetva ölçüleriyle de kılabilir. Çünkü, fazla sevap isteyip istememek kendi takdirine bırakılmıştır. Fakat, onu cemaate kıldırdığı zaman, takva ölçülerine uymak mecburiyetindedir. Çünkü cemaati az sevaba mahkum etme hakkı yoktur. Gözetilmesi gereken takvanın bir boyutu da, cemaatin mezhebine uymaktır ve şayet cemaat içinde iki mezhepten kimseler varsa, iki mezhebe de riâyet etmektir. Daha önce de söylediğimiz gibi, ülkemizde Hanefî ve Şafiî mezhebinden olan insanlar bir aradırlar. Bu sebeple, cami ve mescidlerde namaz kıldıran imamların bu iki mezhebin namazla ilgili hükümlerini eşit bir şekilde bilmeleri ve eşit bir şekilde namazda tatbik etmeleri lâzımdır.)

Bu, namazı en mükemmel şekilde kıldırmak demektir. Allah Rasûlü (sa) "İmam zimmet altındadır." (Ebu Dâvûd, Tirmizî) hadisiyle bunu anlatmıştır. İmamın bu husustaki eksiklikleri cemaate değil, kendisine zarar verir. Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "İmam, namazı tam olarak kıldırırsa, kendisi de, cemaat da bunun sevabını kazanır. Eksik kıldırırsa, bunun sorumluluğunu yalnızca kendisi taşır." (Buharî, Ebu Dâvûd, İbnu Mâce, Hâkim) Seleften bir zat şöyle demiştir: "Allah Teâlâ ile kulları arasına girenler üç sınıftır. Bunlar peygamberler, âlimler ve imamlardır. Peygamberler Allah Teâlâ'nın dinini tebliğ ederler; âlimler onu açıklayıp izah ederler; imamlar da dinin direği olan namazı kıldırırlar." Hz. Ebu Bekir'in ilk halife seçilmesinde de imamlığın fazileti delil gösterilmiştir. Ashâb: "Namaz dinin direğidir. Madem ki, Allah Rasûlü (sa) namazı kıldırmak için Ebu Bekir'i görevlendirdi, o halde efdalımız odur." dediler ve onu seçtiler. Hz. Ali (ra) şöyle demiştir: "Allah Rasûlü (sa) hastalanınca, namazları kıldırma görevini Ebu Bekir’e vermişti. Ben de o sırada hâzırdım; başka bir yerde veya hasta değildim. Buna rağmen, madem ki, Allah Rasûlü (sa) dinimiz için onu seçmişti; biz de dünyamız için onu seçtik." (İbnu Şahin, Şerhu Mezâhibi Ehlis-Sünneh)

9- Günahlardan uzak durmak. Çünkü imam, cemaatin şefaatçi ve ricacısıdır. Bu sebeple, onların en iyisi olması ve Allah yanında itibarı bulunması lâzımdır. Halbuki günahlar, kişinin Allah yanındaki itibarını düşürür. Ancak bu durumu düşünmek ve gözetmek, imamın kendisini ilgilendirir. Cemaat ise, abdest ve namazın farzlarını yerine getiren her müslümanın arkasında namaz kılabilirler. İslâm dininin bir şiarı olan toplu cemaatle namaz kılmanın tatile uğramaması için, bu caiz görülmüştür. Ancak, takva sahibi bir imamın bulunması halinde, günah işleyenlerin arkasında namaz kılmak mekruhtur.

Sufyân es-Sevrî, şöyle demiştir: "Muttaki olanın da, olmayanın da arkasında namaz kıl. Ancak içki içenler, pervasızca (açıkça ve ısrarla) günah işleyenler, anne-baba hakkı tanımayanlar ve (itikat veya ibadetinde) bid'at sahibi olanlar (kendine göre din uyduranlar) bundan hariçtirler."

10- Müezzin kameti bitirip saflar düzene girmeden evvel tekbir getirmemek. (Üç mezhebin, Hanefî mezhebinden de İmam Yûsuf un görüşü budur.) Kametten sonra, sağ ve sol taraflarına bakıp safların intizamını (düzlük ve sıklığını) temin etmek.

11- Tekbirleri cemaate duyuracak şekilde sesli okumak. Şafiî mezhebine göre, cehrî namazlarda Fatiha ve zamm-ı sureleri açık okumak.

12- Fatiha'yı sesli okuduğu zaman, "Âmin!" sözünü de uzatarak sesli okumak. Cemaat de bu sözü onunla birlikte aynı anda ve sesli okurlar. (Bu, Şafiî mezhebine göredir. Hanefî mezhebine göre ise, imam da cemaat da "Âmin" sözünü gizli söylerler.) Diğer tekbir ve intikallerde (namaz hareketlerinde) ise, cemaat imamı biraz geriden takip ederler. Bu konuda şöyle denilmiştir: "Cemaat namazından kimileri yirmi beş sevap alırlar. Bunlar, imamdan sonra tekbir getiren, ondan sonra rükû ve secdeye gidenlerdir. Kimileri bir sevap alırlar. Bunlar, imamla birlikte tekbir getiren ve onunla aynı anda rükû ve secdeye gidenlerdir. Kimileri de hiç sevap almazlar. Bunlar, imamdan önce tekbir getiren ve ondan önce inip çıkanlardır." Bu sonuncuların namazları fasittir.

13- Açık (cehrî) namazlarda üç sekte (duruş) yapmak. Bunlardan birincisi, ihram (tahrim, iftitah) tekbirinden sonradır. İmam burada, "Veccehtü" veya "Sübhâneke" okurken, Şafiî olan cemaat de farz olan Fatiha'yı okurlar. İkincisi, Fatiha ile zamm-ı sûre arasındadır. Birinci sektede Fatihayı okumayanlar, onu burada okurlar. Üçüncüsü de zamm-i sureden sonradır. İmam (tek başına namaz kılanın da hükmü budur.) burada bir iki nefes kadar durmalıdır. Çünkü, burada hiç durmadan rükûa gitmek mekruhtur.

14- Tadil-i erkân ve sünnetlere riâyet etmekle birlikte, namazları bıkkınlık verici bir şekilde uzatmamak.

Allah Rasûlü (sa) şöyle buyurmuştur: "Biriniz imamlık yaptığı zaman namazı hafif kıldırsın. Çünkü cemaat içinde zayıf, yaşlı ve işi âcil olanlar bulunabilir. Kendi kendine kıldığı zaman ise, onu istediği kadar uzatsın." (Müttefekun aleyh)

15- Namaz dualarında çoğul (biz) sığasını kullanmak. Çünkü imam, dualarına cemaati de katmak durumundadır.

16- Selâm verdikten sonra oturmuş halde cemaate dönmek. Şafiî olan imam tesbihâtı da bu halde yapar.

Hanefî olan ise, kalkıp ayrı bir yerde (veya yerinden biraz kayarak) sünnet kılar. Bunun için de sağ tarafı tercih etmesi evlâdır.

17- Cemaat sevabını alabilmek için imamlığa niyet etmek. Bu niyet, namazın sıhhati için şart değildir.

 

Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır

 Menkibeler  25 kez okundu 11/09/2012 Salı 8 yorum yapılmış

Allah’ın sevgisini tatmadan sakın bu fâni dünyadan göçmeyesin.

O’nun sevgisinin tadı, yiyecek ve içeceklerde bulunmaz.


Çünkü bunlardan istifade etmede kâfirlerle hayvanlar sana ortaktır. Sen Allah’ın zikrinin tadını almakta ve cem makamına muvaffak olmakta meleklere ortak ol.

Ruhlar, nefislerin serpintilerine tahammül edemez. Dünya leşine battığında bu halinle ‘ın huzuruna çıkmaya layık olamazsın. Çünkü günahla kirlenmiş olanlar Allah’ın huzuruna alınmazlar.O halde kalbini temiz tut ki, gaybın kapıları sana açılsın.
Günah işlemeyi bırakıp, zikir ve tevbe ile Allah’a dön.

Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır. İnsanların birbirine karşı iyi ve dostça davranışları olmasaydı, bunları sana anlatmazdım.
Rabiatü’l-Adeviyye:’Bu kapı ne zaman kapandı ki açılsın.

‘demiştir. Fakat ey kişi! Bu seni Allah’a ulaştıran kapıdır.

Kalbinin Allah’ın birliğinden habersiz ve bu konuda dikkatsiz olmasından sakın.

Zikredenlerin birinci basamağı, Allah’ın birliğini ve tekliğini anmaktır.

Zâkirlere kapının açılması ancak ‘ın birliğini anmalarından dolayıdır.

O’nun rahmetinden kovulanlar da ancak yaptıkları işin önemini kavramaksızın, körü körüne, bilinçsizce Allah’ı zikrettikleri için kovulmuşlardır.

Zira Allah’ı zikirde sana ancak nefsin muhalefet eder. Yaratıklara olan sevgin ne çok, Allah’a olan sevgin ise ne az!
Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevme kapısı sana açılmış olsaydı, elbette seni şaşırtan çok şeylere tanık olurdun. 


Gecenin ortasında uykuyu bölüp, kıldığın iki rekât namaz, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Hastaları ziyaret etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Cenaze namazını kılman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.


Müslüman kardeşine yardım etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Eziyet veren şeyleri yoldan uzaklaştırman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.

Yere bırakılmış kılıcın onu savuracak bir kola ihtiyacı vardır. Senin için Allah’ı zikirden daha faydalı ibadet yoktur.

Çünkü zikir ayakta duran, rükû ve secde yapamayan yaşlılar ve hastalar için de kolay bir ibadettir.

Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağını, âlimler ve hikmet sahipleri sana öğretirler
.
Sen hiç satın alınır alınmaz hizmet etmeye elverişli köle gördün mü?! Bilakis o önce bir eğitimciye verilir de o onu eğitir, ona edep ve terbiye kazandırır.


Eğitim ve terbiyeyi başarıyla tamamladığında hükümdara hizmet etmeye başlar. Velilerin yaptığı da budur.
Öğrenciler, onların himmetiyle huzura varacakları güne kadar onlarla beraber olurlar.

Yüzme hocası, birine yüzmeyi öğreteceği zaman o kişi yalnız başına yüzebilecek seviyeye gelinceye kadar onunla yanyana yüzer.
Artık o yüzmeye başladığında ise onu korkusuzca denize salabilir.

‘Peygamberler, veliler veya salihler vasıtasıyla Allah’a yaklaşılamaz.’
diyen düşünceden uzak dur.

Kuşkusuz Allah kendine ulaşmak isteyenler için onları vesile kılmıştır.

Velilerden sadır olan, su üzerinde yürümek, havada uçmak, gizli şeyleri haber vermek ve suyun kaynayıp çıkması gibi harikulade haller, peygamberin doğruluğuna şahittir.

Çünkü velilere verilen kerametler, peygamberlerinden dolayıdır.



İbn Ataullah İskenderî 

Yazar: Güllerin Efendisi
Allah'ın Rahmeti ve Bereketi Hepimizin Üzerine Olsun.


Bu yazıya toplam 1 yorum yazılmış, sende yorum yazmayı unutma!

Ergin demişki;12/09/2012
Yüce Rabbimin Rahmeti ile Bütün İnsanları Bağışlasın

İsim (Zorunlu)
E-Posta adresin (Zorunlu)
Websiteniz (Varsa)

gullerinefendisi2.tr.gg
Tüm hakları saklıdır.Copyright © 2012 - 2013
Çizen: http://gullerinefendisi2.tr.gg/ , HTML&CSS Döken: http://gullerinefendisi2.tr.gg/
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol