º°¨¨°º©©º°¨¨°º©GÜLLERİNEFENDİSİ2.TR.GG©º°¨¨°º©©º°¨¨°º©
TAKVA...
Yaklaşmayın!
Ancak insan denilen varlık, söz konusu olunca ortaya farklı bir tablo çıkıyor. Zira onun hem yaratılışı ve hem de yaratılış amacı çok farlıdır. Melekler gibi hayır ve tamire, şeytanlar gibi de şer ve tahribe müsait bir mahiyette yaratılmıştır. Eline verilen irade ile iki yoldan birisini tercih hürriyeti kendisine bahşedilmiştir. Bu tercih sayesinde “melek gibi bir insan” veya “şeytan suretinde bir varlık” olarak hafızalarda iz bırakıp gitmektedir.
Evet, insan, bir ömür boyu, hayır ile şer, güzel ile çirkin, fayda ile zarar, sevap ile günah gibi birbirine zıt kavramlar ve kararlar arasında mücadele ederek nihai tercihini ortaya koyacaktır.
İşin en ilginç tarafı, hayır veya şer adına açılan her bir kapının, ikinci bir kapıya açılan bir davetiye özelliği taşımasıdır. Yani, şer adına atılan her adım, ikinci bir şer adımını daha cazip ve kolay kıldığı gibi, hayır adına yapılan her bir tercih de, ikinci hayırlı tercihi daha kolay ve cazip kılmaktadır. “Elini uzatan kolunu kaptırır” deyimi ile ifade edilebilecek bir manzara ortaya çıkmaktadır.
Hayır ve iyilik adına yapılan en ufak tercihler; bir binanın duvarına konan birer tuğla gibi, yükseldikçe şevk ve heyecan vermekte ve daha fazla tuğla koymaya itmektedir. Şer ve tahrip adına ortaya konan ufak tercihler ise, mükemmel bir yapıya sahip bir binadan birer tuğla çekip çıkarmak gibidir. Kısa vadede ciddi bir zarar ve tehlike doğurmasa da, uzun vadede ortaya çıkacak tehlikelerin sinyalleri gibidir. Evet, bir arkadaşımızın kalemini çalmak, büyük bir suç olmayabilir. Fakat bu fiil ileride banka hortumlamaya bir davetiye teşkil etmesi açısından büyük bir tehlikedir. Bütün büyük günahlar ve yanlışlar, küçük küçük sapmalardan kaynaklanmaktadır.
Evet, her bir günah, insan bünyesine giren birer mikrop gibidir. Zamanla bünyeyi tahrip eder. Erken önlem alınmaz ise, uzun vadede tedavisi imkânsız rahatsızlıklara sebep olabilir. Mikrobun bedene yaptığı tesiri, günahlar da ruh ve kalbe yapar. Yani günahlar manevi mikroplardır.
Her bir günah içinde küfre giden bir yol vardır. Her bir mikrop içinde ölüme giden bir yol olduğu gibi. Günah kalbe işleyip siyahlandıra siyahlandıra ta nuru imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Eğer o günah hemen istiğfar ile imha edilmez ise, manevi bir yılan gibi kalbi ısırıp zehirleyebilir.
Mikrobun sebep olduğu küçük hastalıklar erken tedavi edilmez ise, hayati bir tehlikeyi netice verebilir. Eğer küçük günahların maneviyatımıza yaptığı tahribat da çabuk imha edilmez ise, maneviyatın ölümü ile sonuçlanabilir.
Küçük günahları küçümseyenler, büyük günahlara zamanla boyun eğmek durumunda kalabilirler. Zira mikrop küçümsenmez. Küçümseyen, pehlivan da olsa zamanla yerlere serilir.
“Bir haram işledikten sonra, araya fazla zaman koymadan hemen bir iyilik yapın” mealindeki hadisi de bu bilgiler ışığında değerlendirebiliriz. İyilik işlemek, fıtrat kalesinde açılan menfezin kapatılması, tahribatın onarılması demektir.
En iyisi, yara almamaya dikkat etmek ve önceliği bu noktaya vermektir. Yani, kalkanımızı yanımızda taşımalı ve okları etkisiz hale getirmeliyiz. Manevi oklar olan günahlara karşı kalkanımız ise: “Takva”dır.
Takva: Allah’ın yasakladığı şeylerden, günahlardan kaçınmaktır. Salih amel ise. Allah’ın, yapın dediği hayırlı işleri yapmaktır.
Bir mümin için, dört bir taraftan binlerce günahın taarruza geçtiği böyle bir asırda takva, gündeminin birinci maddesini teşkil etmelidir.
İçinde yaşadığımız asırda tahribat ve menfi cereyanlar dehşet saçarak maneviyatları bozmayı hedef aldığı için, takva bu tahribata karşı en büyük silahtır. Öyle ki, takva, Salih amelden de daha büyük bir öncelik kazanmıştır. Çünkü zararları uzaklaştırmak, faydalı şeyleri kazanmaktan daha önceliklidir. Arkasından, verilen bir kıvılcımla yanıp tutuşmaya başlayan bir mağazanın önündeki binlerce müşterinin vereceği kazancı bırakıp yangını söndürmeye koşan mağaza sahibinin yaklaşımı ile hareket etmek zorundayız.
Zaten Kur’anın da, imandan sonra bize emrettiği en önemli husus “takva ve iyilik yapmak”tır.
Günah ve haram kıvılcımları ile yanıp tutuşan bir maneviyatın, zamanla hayır ve iyilik yapmak demek olan Salih amel işlemeye mecali kalmayabilir.
Kaldı ki, takva içinde, Salih amel de vardır. Çünkü bir günahı terk etmek, bir vaciptir. Bir vacibin ise çok sünnetlere mukabil sevabı vardır. Az bir amelle ve saldıran yüzlerce günahı terk etmek ile yüzer vacip işlenmiş demektir.
Günahlar karşısında bir bir dökülüp giden binlerce Müslüman evladının halini “Bana, 'sen şuna buna niçin sataştın?' diyorlar. Farkında değilim; karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. Yolda birisi beni kösteklemek istemiş de, ayağım ona çarpmış, ne ehemmiyeti var? o müthiş yangın karşısında bu küçük hadise bir kıymet ifade eder mi? dar düşünceler, dar görüşler!” İfadeleri ile dile getiren ve ufkumuzu genişletip kendimizi bir kez daha gözden geçirmemizi isteyen Bediüzzaman’ın, bir yandan da ümitsizliğe girmememiz için “farzlarını yapan ve büyük günahlardan kendini muhafaza eden inşallah kurtulur.” Şeklinde ki, şu beşaretli ifadeleri dizlerimize derman olmaktadır.
Evet, Kur’ani bir tabir olan “yaklaşmayın” uyarısı bizim için parola olmalı. Zira manyetik alana girdikten sonra, geriye dönüp kurtulma şansımızı tehlikeye sokabiliriz. Bu uyarıyı dikkate almayıp, zamanla, her türlü hayır ve iyiliği yapmayı istediği halde, ancak şer merkezlerine doğru çekilircesine giden bunca inanan insanın durumu bizlere çok şey anlatmaktadır. “İstemiyorum ama gidiyorum. Gitmekten kendimi alıkoyamıyorum.” Feryatlarına kulaklarımız yabancı değildir.
Başkalarının ağzından kulaklarımıza gelen bu inlemeler, bir gün, bizim ağzımızdan başkasının kulağına gitmeyeceğine garanti verebilir miyiz
Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır
Allah’ın sevgisini tatmadan sakın bu fâni dünyadan göçmeyesin.
O’nun sevgisinin tadı, yiyecek ve içeceklerde bulunmaz.
Çünkü bunlardan istifade etmede kâfirlerle hayvanlar sana ortaktır. Sen Allah’ın zikrinin tadını almakta ve cem makamına muvaffak olmakta meleklere ortak ol.
Ruhlar, nefislerin serpintilerine tahammül edemez. Dünya leşine battığında bu halinle ‘ın huzuruna çıkmaya layık olamazsın. Çünkü günahla kirlenmiş olanlar Allah’ın huzuruna alınmazlar.O halde kalbini temiz tut ki, gaybın kapıları sana açılsın.
Günah işlemeyi bırakıp, zikir ve tevbe ile Allah’a dön.
Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır. İnsanların birbirine karşı iyi ve dostça davranışları olmasaydı, bunları sana anlatmazdım.
Rabiatü’l-Adeviyye:’Bu kapı ne zaman kapandı ki açılsın.
‘demiştir. Fakat ey kişi! Bu seni Allah’a ulaştıran kapıdır.
Kalbinin Allah’ın birliğinden habersiz ve bu konuda dikkatsiz olmasından sakın.
Zikredenlerin birinci basamağı, Allah’ın birliğini ve tekliğini anmaktır.
Zâkirlere kapının açılması ancak ‘ın birliğini anmalarından dolayıdır.
O’nun rahmetinden kovulanlar da ancak yaptıkları işin önemini kavramaksızın, körü körüne, bilinçsizce Allah’ı zikrettikleri için kovulmuşlardır.
Zira Allah’ı zikirde sana ancak nefsin muhalefet eder. Yaratıklara olan sevgin ne çok, Allah’a olan sevgin ise ne az!
Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevme kapısı sana açılmış olsaydı, elbette seni şaşırtan çok şeylere tanık olurdun.
Gecenin ortasında uykuyu bölüp, kıldığın iki rekât namaz, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Hastaları ziyaret etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Cenaze namazını kılman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Müslüman kardeşine yardım etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Eziyet veren şeyleri yoldan uzaklaştırman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Yere bırakılmış kılıcın onu savuracak bir kola ihtiyacı vardır. Senin için Allah’ı zikirden daha faydalı ibadet yoktur.
Çünkü zikir ayakta duran, rükû ve secde yapamayan yaşlılar ve hastalar için de kolay bir ibadettir.
Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağını, âlimler ve hikmet sahipleri sana öğretirler
.
Sen hiç satın alınır alınmaz hizmet etmeye elverişli köle gördün mü?! Bilakis o önce bir eğitimciye verilir de o onu eğitir, ona edep ve terbiye kazandırır.
Eğitim ve terbiyeyi başarıyla tamamladığında hükümdara hizmet etmeye başlar. Velilerin yaptığı da budur.
Öğrenciler, onların himmetiyle huzura varacakları güne kadar onlarla beraber olurlar.
Yüzme hocası, birine yüzmeyi öğreteceği zaman o kişi yalnız başına yüzebilecek seviyeye gelinceye kadar onunla yanyana yüzer.
Artık o yüzmeye başladığında ise onu korkusuzca denize salabilir.
‘Peygamberler, veliler veya salihler vasıtasıyla Allah’a yaklaşılamaz.’
diyen düşünceden uzak dur.
Kuşkusuz Allah kendine ulaşmak isteyenler için onları vesile kılmıştır.
Velilerden sadır olan, su üzerinde yürümek, havada uçmak, gizli şeyleri haber vermek ve suyun kaynayıp çıkması gibi harikulade haller, peygamberin doğruluğuna şahittir.
Çünkü velilere verilen kerametler, peygamberlerinden dolayıdır.
İbn Ataullah İskenderî
Yazar: Güllerin Efendisi
Allah'ın Rahmeti ve Bereketi Hepimizin Üzerine Olsun.
Bu yazıya toplam 1 yorum yazılmış, sende yorum yazmayı unutma!
Ergin demişki;12/09/2012
Yüce Rabbimin Rahmeti ile Bütün İnsanları Bağışlasın