º°¨¨°º©©º°¨¨°º©GÜLLERİNEFENDİSİ2.TR.GG©º°¨¨°º©©º°¨¨°º©
Mürşid-2
Abdülhak-ı Dehlevî hazretleri, mürşid-i kâmillerden bahsederken; "Mürşid-i kâmillerin en üstünleri, dört mezhep imâmlarıdır. Bunlar, İmâm-ı A´zâm Ebû Hanîfe, İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Şâfiî ve İmâm-ı Ahmed bin Hanbeldir (rahmetullahi teâlâ aleyhim). Bu dört imâm, İslâm dîninin dört temel direkleridirler." demiştir. (E. Ans. c.1, s. 13)
Seyyid Abdullah-ı Dehlevî hazretleri ise; kâmil (yetişmiş) ve mükem- mil (yetiştiren, olgunlaştıran) bir rehbere tâbi kimsenin, Allahü teâlânın rızâsına kavuşacağını ifâde etmiştir. (E. Ans. c.1, s. 14)
Tasavvuf kitaplarında çok kullanılan şeyh kelimesi, din ve fen ilimlerinde mütehassıs olan, yetişmiş ve yetiştirebilen rehber, Hak teâlânın yolunu gösterip, dîn-i İslâmı yayan, mürşid, üstâd, pîr mânâlarında kullanılmaktadır. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) şeyhlerin âlim olmaları ve meseleleri herkesin anlayabileceği şekilde çözmeleri lâzım geldiğini belirtmiş, son zamanlarda tekkelerin, câhillerin ellerine düştüğünü, dinden, îmândan haberi olmayanlara da şeyh denildiğini ifâ- de etmiştir. Ayrıca, bu gibi şeyhlerin sözlerini, işlerini din sanmanın, bunları tasavvuf büyükleri ile karıştırmanın çok yanlış olduğunu, böyle bir durumun dîni bilmemek, anlamamak olduğunu söylemiştir. (E. Ans. c.1, s. 15)
En büyük üstâd mânâsına gelen şeyh-i ekber sıfatı, evliyânın büyüklerinden H.638´de Şam´da vefât eden Muhyiddîn ibni Arabî hazretlerinin lakabıdır. (E. Ans. c.1, s. 15)
Tasavvufî eserlerde geçen kelimelerden biri de pîr kelimesidir. Tasavvuf yolunda rehber zât veya tasavvuf yollarından birinin kurucusu, şeyh, mürşid, mânâlarında kullanılmaktadır. Hâce Behâeddîn Buhârî; "Pîr, Allahü teâlâya kavuşmağa vesîledir. Maksûd olan Hak sübhâne- hüdür." demiştir. Abdülhakîm Arvâsî; "Pîr, kâmil ve mükemmil ise (yetiş- miş ve yetiştiren ise) sohbeti büyük nîmettir ve onun bakışı devâ (ilâç) ve sözleri (sohbeti) şifâdır. Sohbetsiz vüsûl (kavuşmak) mümkün değildir." demektedir. Hace Muhammed Bâkî-Billâh pîre bağlılıkta bozukluk olur- sa, yükselmenin düşünülemeyeceğini ifâde etmiştir. Süleymân bin Cezâ hazretleri, "Her işte pîrlerin mübârek rûhlarını vâsıta yaparak Allahü teâ- lâya yalvarmalı ve duâ etmeli." tavsiyesinde bulunmaktadır. Hayderîzâde İbrâhim Fasîh Efendi hazretleri; "Bağlı olunan pîre, zâhiren (açıkça) ve bâtınen (gizli) îtirâz etmek, feyz kapısını kapatır." demiştir. Hattâ İmâm-ı Rabbânî; "Pîrini incitenden sen de incinmezsen, köpek senden daha iyi- dir." demektedir. Ayrıca pîrlik ve müridliğin yalnız külâh giydirmekle ve babadan oğula kalmakla olmayacağını, Ehl-i sünnet vel cemâat yolunu bilmek, öğretmek ve göstermekle olacağını belirtmektedir. (E. Ans. c.1, s. 15)
Karabağ´da yetişen meşhur velîlerden Pîr Muhammed Gencevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) zamânında Maksudlu aşîretinden Mehmed adında bir kimse, Kazvin şehrine koyun satmaya giderken, Pîr Muham- med hazretlerine gelip talebe olmak, bîat etmek istediğini söyledi. "Bîat etmek herkesin kârı değildir. Var yoluna git. Şimdi bîat zamânı değildir." dedi. Fakat o, ısrarla talebeliğe kabûl etmesini isteyerek; "Lutfedip beni de talebelerinizin arasına alınız." dedi. Bu ısrarı ve şiddetli arzusu üzeri- ne kabûl etti ve; "Haramlardan dâimâ sakın ve ihtiyât üzere ol, yoksa pişmanlık çekersin." dedi. Bu kimse bîat edip talebesi olduktan sonra ti- câret için Kazvin şehrine gitmişti. Orada koyun satıp para kazanmıştı. Çarşıda gezerken bâzı ahlâksız kadınlar yanına yaklaştığında hocası Pîr Muhammed Gencevî´yi hatırladı. Hemen vücudu titremeye başladı. Böy- lece o kötü kadınlara meyletmekten kurtuldu. Bir gün Pîr Muhammed Gencevî, ikindi namazı sırasında âdeti olmayan bir hareket yaptı. Na- mazdan sonra sebebini sorduklarında şöyle dedi: "Bize talebe olan Mehmed, hayvan ticâreti için giderken bizden bîat almıştı. Kazvin´de çarşıda gezerken yanına düşük kadınlar yaklaşıp meyletmek isteyince vücûduna bir titreme geldi. Bugün ikindi vaktinde falan bağda buluşalım diye bir kadınla anlaşmışlardı. Biz namazda iken kötü kadın bağın içinden kendini gösterdi. Mehmed, bağın duvarından o tarafa atlarken beline bastım. Düşüp, beli şiddetli derecede ağrıdı. Sonra o düşük kadına kızarak, bağırıp çağırdı ve bırakıp gitti." dedi. Bu sözleri söyledikten sonra; "Bre hey gâfil! Sana bîat verdikten sonra, senin günah işlemene mâni olmayan, mahşer gününde seninle Cehennem´e gider." buyurdu.
Talebelerinden Demirci Hasanlı aşîretinden Molla Muhammed bir gün evinde gusül abdesti alıp, hocasının câmiine gitti. Bir müddet sonra Pîr Muhammed Gencevî hazretleri mescide geldi. Talebelerine bakıp; "Ağzı kırık testi ile beyaz taş üzerinde gusül abdesti alan kimse, koltuğunun altında yıkanmamış yer bırakmışsın. Hemen git yıka gel!" buyurdu. Molla Muhammed bu sözü duyunca, kendi kendine; "Ağzı kırık testi ile beyaz taş üzerinde gusül abdesti alan benim! Hocam bu sözü benim için söyledi. Fakat bu kadar arkadaşım arasında kalkıp gitmekten, hâlimi belli etmekten utanırım." diye düşünmeye başladı. Tam bu sırada hocası Pîr Muhammed hazretleri ona hitap edip; "Molla Muhammed! Bizim hizmetçiler oduna gidecekler, git onları gönderiver." dedi. Bunun üzerine Molla Muhammed hemen kalkıp dışarı çıktı. Gidip gusül abdesti alırken kuru kalan koltuğunun altını yıkayıp namaza yetişti.
İlim öğrenmekle meşgûl üç talebe, meşhur velîlerden Pîr Muhammed Gencevî hazretlerini ziyâret için Gence şehrinden yola çıktılar. Yolculukları sırasında içlerinden biri; "Eğer bu huzûruna gittiğimiz zât, mürşîd-i kâmil ise kızını bana nikahlar." dedi. Bunun üzerine bir diğeri de; "Eğer dediğin gibi bir zât ise, bize süt, pilav ve bal ikrâm eder." dedi. Üçüncü arkadaşları da; "Mürşîd-i kâmil ise bizi Molla Feyzullah´ın evinde misâfir eder." dedi. Onların geleceği gün Pîr Muhammed hazretleri; "Bugün misâfirler gelse gerektir. Bir miktar süt hazırlayınız. dedi. Misâfir talebeler huzûruna geldiklerinde; "Misâfirlere süt ve pilav pişirin yanında bal da hazırlayın." dedi. Hazırlıklar yapıldıktan sonra büyük oğlu Velî Muham- med´e; "Pilavı eniştenin önüne koy." diyerek, yolda, mürşid-i kâmil ise kı- zını bana verir diyen talebeyi gösterdi. "Bal da getir." dedi ve sofrayı kur- durdu. Yemek yendikten sonra, sohbete başlayıp bu talebelere; "Sizden biriniz bizi imtihan için şeyh mürşid-i kâmil ise kızını bana versin der. Allahü teâlânın takdîri olmayan işi insan yapmaya güç yetirebilir mi?" buyurdu. Biriniz de mürşid-i kâmil ise bize süt, pilav ikrâm etsin ve bal da getirsin, der. Siz bir yere gelseniz, süt ve bal bulunmasa mürşid-i kâmil olan kimsenin, mürşîd-i kâmil olmamasını mı gerektirir. Bizi Molla Fey- zullah´ın evinde misâfir etsin diyen talebeye de; "Molla Feyzullah´ın bir- kaç kızı vardır. Bu vesîle ile o kızları görmek istersin." buyurdu.Talebeler yanlış düşüncelerine ve davranışlarına çok pişman olup ziyâdesiyle utandılar.
Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır
Allah’ın sevgisini tatmadan sakın bu fâni dünyadan göçmeyesin.
O’nun sevgisinin tadı, yiyecek ve içeceklerde bulunmaz.
Çünkü bunlardan istifade etmede kâfirlerle hayvanlar sana ortaktır. Sen Allah’ın zikrinin tadını almakta ve cem makamına muvaffak olmakta meleklere ortak ol.
Ruhlar, nefislerin serpintilerine tahammül edemez. Dünya leşine battığında bu halinle ‘ın huzuruna çıkmaya layık olamazsın. Çünkü günahla kirlenmiş olanlar Allah’ın huzuruna alınmazlar.O halde kalbini temiz tut ki, gaybın kapıları sana açılsın.
Günah işlemeyi bırakıp, zikir ve tevbe ile Allah’a dön.
Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır. İnsanların birbirine karşı iyi ve dostça davranışları olmasaydı, bunları sana anlatmazdım.
Rabiatü’l-Adeviyye:’Bu kapı ne zaman kapandı ki açılsın.
‘demiştir. Fakat ey kişi! Bu seni Allah’a ulaştıran kapıdır.
Kalbinin Allah’ın birliğinden habersiz ve bu konuda dikkatsiz olmasından sakın.
Zikredenlerin birinci basamağı, Allah’ın birliğini ve tekliğini anmaktır.
Zâkirlere kapının açılması ancak ‘ın birliğini anmalarından dolayıdır.
O’nun rahmetinden kovulanlar da ancak yaptıkları işin önemini kavramaksızın, körü körüne, bilinçsizce Allah’ı zikrettikleri için kovulmuşlardır.
Zira Allah’ı zikirde sana ancak nefsin muhalefet eder. Yaratıklara olan sevgin ne çok, Allah’a olan sevgin ise ne az!
Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevme kapısı sana açılmış olsaydı, elbette seni şaşırtan çok şeylere tanık olurdun.
Gecenin ortasında uykuyu bölüp, kıldığın iki rekât namaz, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Hastaları ziyaret etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Cenaze namazını kılman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Müslüman kardeşine yardım etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Eziyet veren şeyleri yoldan uzaklaştırman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Yere bırakılmış kılıcın onu savuracak bir kola ihtiyacı vardır. Senin için Allah’ı zikirden daha faydalı ibadet yoktur.
Çünkü zikir ayakta duran, rükû ve secde yapamayan yaşlılar ve hastalar için de kolay bir ibadettir.
Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağını, âlimler ve hikmet sahipleri sana öğretirler
.
Sen hiç satın alınır alınmaz hizmet etmeye elverişli köle gördün mü?! Bilakis o önce bir eğitimciye verilir de o onu eğitir, ona edep ve terbiye kazandırır.
Eğitim ve terbiyeyi başarıyla tamamladığında hükümdara hizmet etmeye başlar. Velilerin yaptığı da budur.
Öğrenciler, onların himmetiyle huzura varacakları güne kadar onlarla beraber olurlar.
Yüzme hocası, birine yüzmeyi öğreteceği zaman o kişi yalnız başına yüzebilecek seviyeye gelinceye kadar onunla yanyana yüzer.
Artık o yüzmeye başladığında ise onu korkusuzca denize salabilir.
‘Peygamberler, veliler veya salihler vasıtasıyla Allah’a yaklaşılamaz.’
diyen düşünceden uzak dur.
Kuşkusuz Allah kendine ulaşmak isteyenler için onları vesile kılmıştır.
Velilerden sadır olan, su üzerinde yürümek, havada uçmak, gizli şeyleri haber vermek ve suyun kaynayıp çıkması gibi harikulade haller, peygamberin doğruluğuna şahittir.
Çünkü velilere verilen kerametler, peygamberlerinden dolayıdır.
İbn Ataullah İskenderî
Yazar: Güllerin Efendisi
Allah'ın Rahmeti ve Bereketi Hepimizin Üzerine Olsun.
Bu yazıya toplam 1 yorum yazılmış, sende yorum yazmayı unutma!
Ergin demişki;12/09/2012
Yüce Rabbimin Rahmeti ile Bütün İnsanları Bağışlasın