GÜLCEMAAT DİYARINA HOŞGELDİNİZ
 

º°¨¨°º©©º°¨¨°º©GÜLLERİNEFENDİSİ2.TR.GG©º°¨¨°º©©º°¨¨°º©

Namazda Huşu' ve Kalbin Hâzır Olması

Namazda Huşu' ve Kalbin Hâzır Olması

Namazda huşu', yani kalbin (aklın) hazır olması onun manevî şartlarındandır. Bunun gerekliliğini bildiren âyet ve hadisler çoktur. Örnek olmak üzere birkaç tanesini daha önce zikrettik. Allah Rasûlü (sa) şunu da söylemiştir: "Nice namaz kılan vardır ki, namazdan ellerinde kalan sadece yorgunluktur." (Nesaî, Ahmed, İbnu Mâce) Gaflet ve dalgınlıkla namaz kılanlar da bunlardandırlar. Allah Rasûlü’ne nisbet edilen bir sözde de şöyle denilmiştir: "Kişi, kıldığı namazdan ancak onu anladığı (huşu' duyduğu) kadar sevap alır."

Namazda huşu' ve kalb huzurunun bu kadar önemli olmasının sebebi şudur: Namaz, Allah Teâlâ ile konuşmaktır. Konuşmak ise ancak kalb ve zihin hazır olmasıyla mümkün ve muteberdir. Onun için, namazda olduğunu bile düşünmeyen bir kimse, namaz kılmamış olur. İslâm’

Ancak bunun mânası, huzur ve tefekkür sağlanamadığı takdirde namaz kılmamak değildir. Çünkü gafletle de olsa, namaz kılmak, önemli ölçüde eksik ve kusurlu olmasına rağmen, yine de hiç kılmamaktan iyidir. Çünkü burada en azından namaz kılmak için şuurlu bir karar vermek vardır ve sureten de olsa bir çaba mevcuttur. Ancak, namazın hakikatine ulaşmak için, onun ifası sırasında kalb ve aklın da bu fiile iştirak etmesi ve bu suretle zahirî söz ve hareketlere ruh ve duygu kazandırılması lâzımdır. Namazın mâna yönünü oluşturan huşu' ve kalb huzuru altı şeyle hâsıl olur. Bunlar şöyledir:

1- Namazdaki sözler söylenir ve hareketler yapılırken zihnin bunların farkında olması, onlarla birlikte bulunması ve başka şeylerde dolaşmaması;

2- Okuduğu âyet ve zikirlerin ve yaptığı hareketlerin mânalarını düşünmek. Namaz kılan kişi bunları düşünürse, bilinen mâna ve sırlarıyla birlikte daha ince mânalara ve derin sırlara da muttali' olur. İman ilminin ancak az bir kısmı kaleme ve dile getirilebilir; onun büyük kısmı duyma ve sezme şeklindedir. "Takva gözetin ki, Allah size bilmediklerinizi öğretsin." (Bakara, 282) âyeti de bu gerçeğe işaret etmiştir.

3- Allah Teâlâ’nın büyüklük ve azametini hissetmek ve O'nu ta'zim etmek;

4- O'ndan heybet duymak. Heybet duymak, bir şeyin büyük ve güçlü olduğunu bilip ondan korkmak demektir. Âdi ve muzir şeylerden korkmak heybet değildir. Onun için heybet, korktuğu şeyi sevme ve ona saygı duymayı da içerir. En büyük heybet, hakikî müminin Allah Teâlâ'ya karşı duyduğu heybettir ve bu heybetin en canlı ve kuvvetli bir şekilde hissedildiği yer de namazdır. Çünkü namaz, tabir caizse Allah Teâlâ ile karşı karşıya gelmek ve yüzleşmektir.

5- Ümitlenmek. Namaz kılan kişi bir taraftan heybet duyup titrerken, bir taraftan da ümitlenir. Çünkü o anda, her şeyin hazinesi elinde, her şeyin anahtarı yanında, her sorunu çözebilen, her dileği yerine getirebilen, üstelik rahmeti çok, lütfü bol, vaadi hak ve emri geçerli olan kâinat sultanının huzurundadır, O'na dert ve dileklerini hal ve kal diliyle arz etmekte, O'ndan yardım ve medet istemektedir. Cömert, merhametli, güçlü ve zengin bir kula bile ihtiyacın bildirilmesi kalpte ümit doğurursa, bunun cömertlerin en cömerdi, merhametlilerin en merhametlisi, en güçlü ve en zengin olan âlemlerin Rabbine bildirilmesi elbette ki, çok daha büyük bir ümid, sevinç ve rahatlık doğurur.

6- Utanmak. Bu duygu, namaz kılanın Allah Teâlâ'ya karşı kusur ve eksikliklerini görmesiyle ortaya çıkar.

Namaz kılanın zihin ve kalbinde bu mâna ve duyguların oluşmasını sağlayan faktörler de şunlardır:

a- Zihnin dağılmayıp kılınmakta olan namazda durması onu önemli bulmasının sonucudur. Çünkü, zihin ancak önemli bulduğu üzerinde durur. Buna göre, şayet zihin namazda durmazsa, bunun sebebi, namazı önemli bulmamasıdır. Namazı önemli bulup bulmamak ise, imanla alâkalı bir meseledir. Kişinin imanı hakikî ve kuvvetli olursa, elbette ki, namazı önemli ve de her şeyden daha değerli bulur. Nitekim Allah Teâlâ, onu emrettiği bir âyette, "Muhakkak ki, Allah'ı anmak olan namaz en büyük iştir." (Ankebût, 45) buyurmuştur. Ahiret dünyadan daha önemli olduğuna göre, âhireti kazanma vesilesi olan namaz da dünyaya yarayan işlerden daha önemlidir. Buna bu şekilde iman etmek, zihni de namaza yönlendirir ve onu namaz esnasında hazır bulundurur. İnsan, kendisinden bir fayda veya zarar gelebildiğine inandığı bir dünya sultanının önünde bütün zihnî ve aklî melekeleriyle hazır bulunduğu halde, dünya ve âhiretin tek sultanı, fayda ve zararın yegâne takdircisi olan Allah Teâlâ’nın huzurunda zihnini toplayamazsa, bunun sebebi, Allah Teâlâ'yı tanımamak, O'nun büyüklük ve kudretine tam inanmamaktır.

b- Namazda okuduğu âyet ve zikirlerin ve yaptığı hareketlerin mânalarını düşünmek de, bunları düşünmeye, üzerinde durmaya ve zihin yormaya değerli bulmaya bağlıdır. Zihin her zaman, değerli bulunup öncelik verilen ve öne alınan konularla ilgilenir.

c- Allah Teâlâ’nın azametini duymak ve O'nu tazim etmek ise iki marifetten kaynaklanır. Bunlardan birisi, Allah Teâlâ’nın büyüklüğünü bilmek, diğeri de kendi küçüklüğünü ve çaresizliğini anlamaktır. Bundan dolayı, Allah Teâlâ’nın büyüklüğünü bilmeyen ve buna iman etmeyen kâfirler O'nu tazim etmedikleri gibi; kendi küçüklük, ihtiyaç ve çaresizliklerini görmeyen gafiller de O'nu gerektiği şekilde tazim etmezler. Fakat, bunlar içinden çıkamadıkları bir musibet ve sorunla karşılaşınca, acizliklerini anlar ve Allah Teâlâ’nın dergâhına koşup yüzlerini toprağa sürerler. Musibetin insana acizliğini hatırlatmak gibi önemli bir görevi vardır. Bu sebeple kibir, zulüm, gaflet gibi acizliğini unutmak anlamına gelen durumlar, musibeti çeken mıknatıslar gibidirler.

d- Heybet duymak, Allah Teâlâ’nın sınırsız bir kudrete sahip olduğuna ve her istediğini yapabildiğine iman etmekle alâkalıdır. Bu duygunun gelişmesini sağlamak için, Allah Teâlâ’nın güç ve kudretine şuurlu bir şekilde iman etmek ve bu imanı zihinde zinde tutmak lâzımdır.

e- Ümitlenmek; Allah Teâlâ’nın rahmet, bağışlamak, iyilik etmek, cömertlik ve ikramda bulunmak, ihtiyaçları gidermek gibi konularda en yetkili ve hakikatte yegâne merci olduğuna ve O'nun kapısına sığınanların boş ellerle geri çevrilmediklerine iman etmekle oluşur. Allah Teâlâ’nın mümin kullarını sevdiğini, onlar için dünya ve âhirete yönelik güzel vaadleri bulunduğunu ve O'nun vaadlerinde sâdık ve işlerinde güçlü olduğunu düşünmek bir bahar meltemi gibi bütün benliği diriltir ve kalbi neşe ve sevinç çiçekleriyle donatır.

f- Utanmak; ibadet ve kulluktaki kusurunu, Allah Teâlâ’nın hakkını ifâ etmekteki eksikliğini, bir çok yerde O'nun emirlerini bırakıp nefis ve şeytanın isteklerine uyduğunu, yapması gereken şeyleri yapmayıp yapmaması gereken şeyleri yaptığını, bulunması istenen yerlerde bulunmayıp bulunmaması istenen yerlerde bulunduğunu ve bütün bunların O'nun görüş ve ilmi altında cereyan ettiğini ve şimdi bu hatalar yüküyle O'nun huzurunda bulunduğunu, O'ndan yardım ve himmet istediğini düşününce kalbin kılcal damarlarına kadar sirayet eder ve vicdanı nedametle doldurur.

Görüldüğü gibi, bu his ve duygular imâna bağlıdırlar ve onunla birlikte kuvvetlenir veya zayıflarlar. Onun için, öncelikle ele alınması ve hem tashihi, hem de takviyesi lâzım olan şey imandır. İmam sağlam ve kuvvetli olursa bu hisleri uyandırır, bunlar da namazda istenen huşu' ve kalb huzurunu temin ederler.

Hz. Âişe (ra)’a şunu söylemiştir: "Allah Rasûlü (sa) evde bizimle konuşur, biz onunla konuşurduk. Fakat, namaz zamanı gelince, değişir ve bizi hiç tanımamış gibi olurdu."

Allah Teâlâ’nın Hz. Musa (as)'a şöyle hitap ettiği rivayet edilmiştir:

"Ey Musa! Beni zikrettiğin zaman dilini(n fişini) kalbinin (prizin)e tak ve vücudun titresin. Benim önümde zelil bir vaziyet al ve benimle korkan bir kalb ve doğru olan bir dil ile konuş."

Namaz kılanlar, huşu' ve kalbin hazır olması bakımından birbirinden farklıdırlar. Onlardan bir kısmı ihram tekbirinden selâma kadar bu duyguları en sıcak bir halde yaşarken, bir kısmı da hiçbir şey duymazlar. Bu tavan ve taban seviyeler arasında da milyonlarca basamaklar vardır. Halbuki bütün namazlarda şekil aynıdır. Fark şundandır ki, Allah Teâlâ namazı değerlendirirken zahir hareketlere ve şekle değil, kalpteki mâna ve duygulara bakar.

(Bir zat şöyle demiştir: "Namazın çekirdekten ağaca kadar mertebeleri vardır." Yani, bir insanın namazı çekirdek derecesinde iken, bir başkasının namazı koca bir ağaç mertebesindedir.)

"İki günü bir olan aldanmıştır." hadis-i şerifi de her gün bir basamak yukarı çıkmanın gerekliliğini bildirmiştir. "Herkes kıyâmet gününde namazındaki seviyeye göre haşredilir." şeklinde de bir rivayet vardır. Çünkü kim nasıl bir seviyede yaşarsa öyle ölür ve nasıl bir seviyede ölürse öyle haşredilir. Bu sebeple, kıyâmet gününde herkese kalbindeki mânadan bir suret giydirilir.

Namazda Kalbin Hâzır Olmasını Temin Eden İlaç

Mümin bir kimse, aslında her zaman ve bütün hallerinde Allah Teâlâ'yı tazim etmek, O'ndan korkmak, O'ndan beklentiler içinde olmak ve O'na karşı kusurlarından dolayı burukluk, mahcubiyet ve utanç duymak durumundadır. Bu hisleri ibadetlerde ve özellikle namazda da duyması kaçınılmazdır. Ancak zihnin dağılması, aklı meşgul eden düşünce ve fikirlerin araya girmesi bu hislerin duyulmasını gölgeleyebilir. Bu yüzden, özellikle namazda bu hislerin gölgelenmemesi için buna yol açan faktörleri ortadan kaldırmak lâzımdır.

Bu faktörler de ya dışarıdan gelir veya içeride oluşurlar. Dışarıdan gelen faktörler, namaz kılmakta iken bir ses duymak veya bir şey görmektir. Bunlar, dikkati çekip zihni dağıtırlar. Gerçi irade ve niyetleri kuvvetli ve himmetleri yüce olan kimseler, Allah Teâlâ’nın huzurunda iken görüp duyduklarından etkilenmezler; hatta bunları görüp duymazlar. Lâkin zayıf olanlar duyu organlarıyla aldıklarının etkisinde kalır ve çağrışım yoluyla büyüyen fikir, hayal ve tasavvurların seline kapılırlar.

Bu olumsuz durumu önlemenin çaresi, gözleri secde yerinden ayırmamak ve mümkün mertebe sessiz bir yerde namaz kılmaktır. Bu sebeple, namaz kılmak için en uygun mescid ve mabed tipi kaim duvarlı, az pencereli, loş ve sade olanlardır. İlk müslümanlar, namaz kılmak için bu tip yerleri tercih ederlerdi. Çünkü onlar namaz kılarken, gözlerinin bir şeye takılmamasına çok önem verirlerdi. Bu yüzden meselâ, Abdullah İbni Ömer (ra), namaz kıldığı yerde gözlerinin takılabileceği hiçbir şey bırakmazdı. Kişinin içinde oluşan faktöre gelince, bunun giderilmesi öncekine göre daha zordur. Bu faktör, kişinin kafasının karışık olması, dimağında çeşitli fikir ve hayallerin dolaşmasıdır. Böyle bir kimse bu haliyle namaza girdiği takdirde, dimağının durulması ve zihninin toparlanması kolay değildir. Ancak bu imkânsız da değildir. Bunu başarmak için yapılması gereken şey, dikkati namaz üzerinde durmaya zorlamak ve zihni okunan âyet ve zikirlerin mânalarını düşünmeye sevk etmektir. Buna bir ön hazırlık olmak üzere de, namaza girmeden evvel bir müddet dünya işlerini bırakıp onları unutmaya çalışmak, ölümü, âhireti, hesap ve azapları, cennet ve ebedî nimetleri düşünmek ve bunlarla kendi kendini etkilemeye çalışmaktır.

(Namazdan önce, abdest, ezan, kamet, sünnet namazları gibi hususlar da, birer hazırlıktırlar.)

Bu yolla kalb ve zihni dünya meşguliyetlerinden koparma işi gerçekleşmediği takdirde, bu durumda yapılması gereken şey, bu meşguliyetleri oluşturan nesneleri hayatından koparıp atmaktır.

Allah Rasûlü (sa), bunun bazı örneklerini vermiştir. Meselâ; Ebu Cehm ona bir süslü ve renkli aba getirmişti. Kendisi abayı giydi ve namaza durdu. Namazdan sonra onu çıkardı ve şöyle dedi : "Bu aba beni meşgul etti. Onu götürüp eski bir tane getirin." (Müttefekun aleyh) Bir sefer de yeni bir ayakkabı giymiş ve onunla namaz kılmıştı. Namazdan sonra onu çıkarıp eski ayakkabısını giydi. (İbnu Mübarek) Bir gün de parmağına bir yüzük takıp minbere çıkmıştı. Hutbe esnasında, parlak olan yüzük dikkatini çekince onu çıkardı ve "Bu beni meşgul etti." diyerek fırlatıp attı. (Nesaî) Ashâb da ondan gördükleri örneği ve aldıkları dersi aynen uygulamışlardır. Meselâ sahâbî Ebu Talha (ra), bahçesinde namaz kılıyordu. Bir kuş gelip onun karşısındaki ağaca kondu. Süslü ve garip olan bu kuş onun dikkatini çekti ve kendisi birkaç lâhza gözleriyle kuşu süzdü. Ondan sonra da kaç rek'at namaz kıldığını unuttu. Ebu Talha bu yaptığından dolayı şiddetle pişman ve rahatsız oldu ve namazdan sonra Allah Rasûlü’ne gelip kendisi için fitne oluşturan bu bahçeyi sadaka ettiğini bildirdi. (Mâlik)

Dünya gaileleri, dünyayı sevmenin ve ona önem vermenin sonuçlarıdır. Bu sevme ve önemseme bulundukça, zihin ve kalbi ibadete ve namaza çevirmek güçtür. Onun için, dünyaya âhiretin vesilesi ve azığı olması açısından değil de, nefis ve hevesler açısından yaklaşanlar Allah Teâlâ'nın münâcâtından ve O'nun huzurunda bulunmaktan zevk alamazlar. Çünkü Allah Teâlâ'ya kulluk zevkiyle nefse kulluk zevkini bir arada duymak mümkün değildir. Bunlardan birini feda etmek kaçınılmazdır.

Elbette ki, akl-ı selim sahibi kimseler, Allah Teâlâ'ya kulluğu, bunun zevkini, şerefini ve kazancını nefse kulluğa tercih ederler. Bu tercihi yapan kimseler, önce zihinlerine musallat olan gaileleri sakinleştirme ve hafifletme yolunu denerler. Bunu başaramadıkları zaman da, "Âhiretimiz yıkılacağına dünyamız yıkılsın!" diyerek bu gaileleri doğuran dünyalıkları ve hatta tüm dünyayı terk etme cihetine giderler.

Buna bir misâl vermek gerekirse, meselâ bir adam bir ağacın altında tefekkür ederken kuşlar ağaca üşüşüp sesler çıkarır ve onun tefekkürüne mâni olurlarsa, kendisi önce onları kovmaya çalışır, fakat kovmakla onları uzaklaştıramazsa ağacı terk etmek zorunda kalır. Bu misâldeki kuşlar, zihne takılan gailelerdir. Ağaç ise o gaileleri doğuran mal, mevki, ev ve barktır. Sineklerin tasallutundan kurtulmanın çaresi de, onları davet eden ve üreten pis maddeyi ortadan kaldırmaktır. Sivrisinekler çoğalınca, onlarla baş etmenin yolu da bataklığı kurutmaktır.

ın diğer rükünleri olan oruç, hac ve zekâtta gaflet bulunsa bile, bir anlamda zararsızdır. Çünkü bu ibadetlerde fiilin kendisi önemlidir. Örneğin, zekâtın belli başlı maksadı fakir ve muhtaçlara yardım etmektir. Orucun önde gelen maksadı, açlık ve susuzlukla nefsi zayıflatmaktır. Haccın maksadı tavaf, Arefe duruşu ve taş atmak gibi nefsi yoran zahmetli işleri yapmaktır. Namaz ise, bunlardan farklıdır. Çünkü onun özü ve maksadı Allah Teâlâ'yı anmak, O'nu tazim etmek, O'nunla Rab ve kul münasebeti içinde konuşmak, O'na arz-ı ubudiyet etmek, kendisine hamd ve şükürler takdim etmektir. Namazdaki bütün söz ve hareketler bu anlamları içerir. Hal bu olunca, namazı gafletle kılmak, namazın içinde Allah Teâlâ'yı düşünmemek ve ne yaptığını anlamamak, yapılan işin değerini sıfıra müncer eder. Nitekim, uykuda konuşan bir kimse de konuşmamış gibidir. Sarhoş olanın sözleri de geçersizdir. Namazın dini ayakta tutan direk olması, mümin ile kâfiri birbirinden ayırması, hac, oruç ve diğer ibadetlerin üstünde tutulması da onun otomatik hareketlerden ve ezberlenmiş sözlerden ibaret olmadığını, onda büyük bir mâna ve ruh bulunduğunu gösterir. Bu mâna ve ruh ise, onun Allah Teâlâ ile şuurlu ve bilinçli bir mülakat, münâcât ve konuşmak olması, tefekkür ve kalb hazırlığı içinde icra edilmesidir. Ancak, bütün namaz boyunca bu tefekkür ve kalb huzurunu korumak da kolay değildir. Bu sebeple âlimler, en azından ihram (tahrim, iftitâh) tekbirini getirirken tefekkür ve huzur içinde olmaya çalışmanın gerekli olduğunu söylemiş ve namazın sıhhati için bu kadarını şart koşmuşlardır.

Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır

 Menkibeler  25 kez okundu 11/09/2012 Salı 8 yorum yapılmış

Allah’ın sevgisini tatmadan sakın bu fâni dünyadan göçmeyesin.

O’nun sevgisinin tadı, yiyecek ve içeceklerde bulunmaz.


Çünkü bunlardan istifade etmede kâfirlerle hayvanlar sana ortaktır. Sen Allah’ın zikrinin tadını almakta ve cem makamına muvaffak olmakta meleklere ortak ol.

Ruhlar, nefislerin serpintilerine tahammül edemez. Dünya leşine battığında bu halinle ‘ın huzuruna çıkmaya layık olamazsın. Çünkü günahla kirlenmiş olanlar Allah’ın huzuruna alınmazlar.O halde kalbini temiz tut ki, gaybın kapıları sana açılsın.
Günah işlemeyi bırakıp, zikir ve tevbe ile Allah’a dön.

Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır. İnsanların birbirine karşı iyi ve dostça davranışları olmasaydı, bunları sana anlatmazdım.
Rabiatü’l-Adeviyye:’Bu kapı ne zaman kapandı ki açılsın.

‘demiştir. Fakat ey kişi! Bu seni Allah’a ulaştıran kapıdır.

Kalbinin Allah’ın birliğinden habersiz ve bu konuda dikkatsiz olmasından sakın.

Zikredenlerin birinci basamağı, Allah’ın birliğini ve tekliğini anmaktır.

Zâkirlere kapının açılması ancak ‘ın birliğini anmalarından dolayıdır.

O’nun rahmetinden kovulanlar da ancak yaptıkları işin önemini kavramaksızın, körü körüne, bilinçsizce Allah’ı zikrettikleri için kovulmuşlardır.

Zira Allah’ı zikirde sana ancak nefsin muhalefet eder. Yaratıklara olan sevgin ne çok, Allah’a olan sevgin ise ne az!
Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevme kapısı sana açılmış olsaydı, elbette seni şaşırtan çok şeylere tanık olurdun. 


Gecenin ortasında uykuyu bölüp, kıldığın iki rekât namaz, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Hastaları ziyaret etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Cenaze namazını kılman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.


Müslüman kardeşine yardım etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Eziyet veren şeyleri yoldan uzaklaştırman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.

Yere bırakılmış kılıcın onu savuracak bir kola ihtiyacı vardır. Senin için Allah’ı zikirden daha faydalı ibadet yoktur.

Çünkü zikir ayakta duran, rükû ve secde yapamayan yaşlılar ve hastalar için de kolay bir ibadettir.

Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağını, âlimler ve hikmet sahipleri sana öğretirler
.
Sen hiç satın alınır alınmaz hizmet etmeye elverişli köle gördün mü?! Bilakis o önce bir eğitimciye verilir de o onu eğitir, ona edep ve terbiye kazandırır.


Eğitim ve terbiyeyi başarıyla tamamladığında hükümdara hizmet etmeye başlar. Velilerin yaptığı da budur.
Öğrenciler, onların himmetiyle huzura varacakları güne kadar onlarla beraber olurlar.

Yüzme hocası, birine yüzmeyi öğreteceği zaman o kişi yalnız başına yüzebilecek seviyeye gelinceye kadar onunla yanyana yüzer.
Artık o yüzmeye başladığında ise onu korkusuzca denize salabilir.

‘Peygamberler, veliler veya salihler vasıtasıyla Allah’a yaklaşılamaz.’
diyen düşünceden uzak dur.

Kuşkusuz Allah kendine ulaşmak isteyenler için onları vesile kılmıştır.

Velilerden sadır olan, su üzerinde yürümek, havada uçmak, gizli şeyleri haber vermek ve suyun kaynayıp çıkması gibi harikulade haller, peygamberin doğruluğuna şahittir.

Çünkü velilere verilen kerametler, peygamberlerinden dolayıdır.



İbn Ataullah İskenderî 

Yazar: Güllerin Efendisi
Allah'ın Rahmeti ve Bereketi Hepimizin Üzerine Olsun.


Bu yazıya toplam 1 yorum yazılmış, sende yorum yazmayı unutma!

Ergin demişki;12/09/2012
Yüce Rabbimin Rahmeti ile Bütün İnsanları Bağışlasın

İsim (Zorunlu)
E-Posta adresin (Zorunlu)
Websiteniz (Varsa)

gullerinefendisi2.tr.gg
Tüm hakları saklıdır.Copyright © 2012 - 2013
Çizen: http://gullerinefendisi2.tr.gg/ , HTML&CSS Döken: http://gullerinefendisi2.tr.gg/
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol