GÜLCEMAAT DİYARINA HOŞGELDİNİZ
 

º°¨¨°º©©º°¨¨°º©GÜLLERİNEFENDİSİ2.TR.GG©º°¨¨°º©©º°¨¨°º©

Mürid-4

Celâleddîn Pâni-pütî hazretlerinin huzûruna varıp, affını dileyecekti. Yolda gönlünden, yakîninin daha da artması için bazı şeyler temenni etti. Celâleddîn Pâni-pütî´nin sarığını başından alıp, hocasının kabrine değdirmesini ve kendi­sine de tatlı ikrâm etmesini diledi. Pâni-püt şeh­rine varıp, Celâleddîn Pâni-pütî´nin dergâhına gitti. Hizmetçisi; "Hocası­nın kabrini ziyârete gitti." dedi. Kıdvet-ül-Evliyâ da oraya gitti. Kutb-i Rabbânî Celâleddîn Pâni-pütî bir elinde sarığı bir elinde ekmek ve helva olduğu hâlde, hocası Şemseddîn Pâni-pütî´nin kabr-i şerîfinin başında duruyordu. Ahmed Abdülhak, Kutb-i Rabbânî´yi bu hâlde görünce, gayr-i ihtiyârî, "Hak! Hak!" diyerek, ellerini öpmeye başladı.

Kutb-i Rabbânî, Kıdvet-ül-Evliyâ´ya çok iltifât etti. Sarığını hocasının kab­rine koydu. Daha sonra alıp, Kıdvet-ül-Evliyâ´nın başına koydu. Ona ekmek ve helva verdi. Sonra da; "Biz, bu Ahmed Abdülhak´la ikinci defâ görüşüyoruz." dedi. Daha sonra Kutb-i Rabbânî onu evine götürdü. Daha önceki gibi mükellef bir sofra donattı. Berâberce yemek yediler. Bundan sonra Kıdvet-ül-Evliyâ´nın kalbine gelen vesveseler kayboldu. Hayır diyecek, îtirâz edecek hiç bir şeyi kalmadı. Hocasının emrine tam teslim oldu. Tekrar riyâzet ve mücâhedeye başladı. Tam terbiyeye alındı. Kısa zamanda icâzet almakla şereflendi. Hilâfet hırkası giyip, in­sanlara doğru yolu göstermek için, hocası tarafından memleke­tine gön­derildi.

Meşhûr velîlerden Ahmed bin Ebü?l-Havârî hazretleri, Ebû Süley­mân Dârânî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine talebe olup, sohbet­lerinde yetiş­mek üzere huzuruna gittiğinde hiç bir zaman muhalefet et­meyeceğine söz ver­mişti. Ne söylenirse aynen yerine getirecekti. Bu hal üzere sohbetlerine ve derslerine devâm etti. Ne emredilirse aynen ye­rine getiriyordu. Bir defâsında dergâhın fırınını yakması emredilmişti. Gidip fırını yaktı ve iyice alevlendirdi. Sonra hocasının huzuruna gidip:

"Efendim, fırını yaktım, fırın iyice ısındı. Ne pişirmemizi emredersi­niz." dedi.

Hocası Ebû Süleymân Dârânî o sırada huzûrunda bulunan topluluğa ders anlatıyor ve sohbet ediyordu. Sohbete iyice dalmışlardı. Bu bakım­dan onun su­âline cevap vermedi. Duymadığını zannederek tekrar; "E- fendim fırın alevlendi, hazır, ne pişirelim?" dedi.

Yine cevap vermeyince tekrar sordu. Üç defâ tekrarladıktan sonra hocası, bu hâle üzülüp;

"Git içine gir otur!" dedi. Sonra sohbetine devam etti.

Tatlı sohbet bir müddet daha devam ettikten sonra Ebû Süleymân Dârânî hazretleri kıymetli talebesi Ahmed bin Ebü´l-Havârî´yi; "Git içine gir otur!" di­yerek fırına gönderdiğini hatırladı. Hemen onu bulup yanına çağırmalarını söyledi. Onu her yerde aradılar ama görünürde yoktu. Bulamadıklarını söyle­diler.

Bunun üzerine hocası; "Onun bana sözü var. Ne emredersem sö­zümden çıkmayacaktı. Gidin fırının içine bakın!" dedi.

Koşup fırına bakınca ateş arasında oturduğunu gördüler. Çağırdılar, hiç bir yeri yanmamıştı.

Evliyânın büyüklerinden Abdüllatîf Kudsî (rahmetullahi teâlâ aleyh) birgün kendisinden; "Sâdık, iyi bir mürid (talebe) nasıl olmalıdır?" diye so­ruldu. Cevap olarak buyurdular ki: "Hocasının huzûrunda iddiâ sâhibi olma­malı, makam ve rütbe için kendisinden bahsetmemeli, yabancı ka­dınlarla ve genç oğlanlarla bir yerde yalnız kalmamalı, hocasından hiç­bir şeyi gizleme­meli, izinsiz sohbet meclislerine katılmamalı, tamamen teslim olmalı, şüpheye düştüğü konularda Kur´ân-ı kerîmin Kehf sûre­sindeki Mûsâ aleyhisselâm ile Hızır aleyhisselâm kıssasını hatırlamalı­dır."

Türkistan´da yetişen büyük velîlerden Ahmed Yesevî (rahmetullahi teâlâ aleyh) hazretlerine tasavvuf yolunda bağlananların bâzı bâriz hu­sûsiyetleri var­dır. Yeseviyye yolunda bulunan bir mürîdin, riâyet etmeleri mecbûri lâzım olan belli başlı edebler şunlardır: 1) Kendisinden dînini öğrendiği üstâdının, talebe­lerin hepsinden efdal olduğunu bilmek ve ona tam tâbi ve teslim olmak. Ona uyarak, onun huzûrunda her gün çeşit çeşit yemekler yemek, geceleri uyumak, ona uymaksızın kendi anlayış ve görüşüne uyarak, geceleri nâfile namaz kıl­maktan ve gündüzleri nâ­file oruç tutmaktan farksız hattâ daha faydalıdır. Çünkü birincisinde, tâbiiyyet ve teslimiyyet, ikincisinde ise, kendi bildiğine göre hareket et­mek vardır. 2) Mürîd gâyet uyanık, zekî ve dikkatli olup, hoca­sının söz­lerinden, rumûzlarından ve işâretlerinden hemen anlamalıdır. 3) Hoca­sının bütün sözlerinden ve işlerinden râzı ve ona itâatkâr olmalıdır. 4) Hocası­nın husûsî hizmetinde veya bildirdiği, emrettiği bir hizmeti yapar­ken gâyet atik, dikkatli, ağırbaşlı olmalı, fakat ağır canlı olmamalıdır. İsteksizlik, gev­şeklik hâli, hocasının rızâsızlığına sebeb olabilir. Onun rı­zâsızlığı ise, silsile yoluyla Peygamber efendimize, dolayısıyla Allahü teâlâya gider. 5) Sözünde sağlam, güvenilir ve vâdinde sâdık olmalıdır. Hocasının büyüklüğü husûsunda hiçbir zaman şek ve şüpheye düşme­meli ki, Allah korusun, bu hâl hüsrâna sebeb olur. 6) Ahde vefâ ve ho­casına olan tâbiiyyet, uyma ve teslimiyyetinde çok titizlik göstermelidir. 7) Hocasının ufak bir işâreti ile bütün mal ve mül­künü onun emrettiği yere fedâ etmeye hazır olmalı, bunda en ufak bir tereddüd hâli bulun­mamalıdır. Hocasına âit husûsî hâl ve sırları tutmasını bilmeli, bunları uygun olmayan şekilde ifşâ etmekten, açıklamaktan çok sakınmalıdır. 9) Hocasının bütün hareketlerini, sözlerini ve nasîhatlerini dikkatle tâkib et­meli, bunda ve bunlara uymakta kaçamak ve gevşeklik yapmamalıdır. Bunları yapmakta ihmâlkâr ve gevşek davranmanın zararlarını düşün­melidir. 10) Allahü teâlâya kavuşmak yolunda, kendisini vesîle, vâsıta yaptığı hocası için, her fedâkârlığa hazır olmalıdır. Onu sevenlere dost olmalı, sevmeyenlere, sev­mediklerine ve istemediği şeylere meyl ve muhabbet etmeyi öldürücü zehir bilmelidir.

Buhârâ´da yetişen en büyük velîlerden Alâeddîn-i Attâr (rahmetul- lahi teâlâ aleyh) hazretleri buyurdular ki: "Müride, bütün işlerini mürşidine bırakmak düşer. Din işlerini, dünyâ işlerini, her çeşit işini mürşidinin tercihine, tedbirine vererek, mürşidi ya­nında kendisinin aslâ bir tercihi, seçmesi kalmaya.

"Şuna inanmalı ki: Hakîkî gâyeye, ancak mürşidin, yol göstericinin, rehberin sevgisi, rızâsı ile erebilir. Bu sebeple, mürşidin rızâsını, sevgi­sini taleb etmek, müride talebeye düşen başlıca görevdir."

İskenderiye´de yetişen büyük velîlerden Dâvûd-i İskenderî (rahme- tullahi teâlâ aleyh) buyurdular ki: "Kendisinden ilim ve edeb öğ­rendiğin üstâda hiz­met, babaya hizmetten önce gelir. Çünkü baba, se­nin, bu birkaç günlük keder ve sıkıntı âlemine gelmene vesîle oldu. O kıymetli üstâd ise, seni safâ âlemine, yüce âleme yükseltmekte, ebedî saâdetine vesîle olmaktadır."

"Dünyâya gelip, kâmil bir mürşidin (yol göstericinin) mânevî terbiyesi ile yetişmeden ölen bir kimse, kirli, pis olarak ölür. İsterse, insanların ve cinlerin sayısı kadar ibâdet yapmış olsun."

Evliyânın büyüklerinden Ebû Ali Rodbârî (rahmetullahi teâlâ aleyh) ta­savvuf yolunda bulunan bir mürîdin talebenin dikkat etmesi gereken hususları şöyle bildirdi:

"Mürid, Allahü teâlânın kendisi için irâde etmiş olduğu şeyden baş­kasını, nefsi için irâde etmez. Murâd ise iki cihânda O´ndan başka bir şey irâde etmez.

Hakk´ın irâdesine râzı olan kendi irâdesini terkettiği zaman mürîd olur. Se­venin ve âşıkın kendi irâdesi yoktur ki, murâdı olsun. Hakkı irâde eden, Hakk´ın irâde ettiğinden başka bir şey irâde etmez. Murâdı Hak olanın Hakk´ın murâdından başka murâdı olmaz. Hak bir kimseyi irâde ederse, o kimse Hak´­tan başka bir şey irâde etmez. Hakk´ın mu­râdı olan bir kimsenin murâdı sâdece Hak olur."

Büyük velîlerden Ebû Osman Hîrî (rahmetullahi teâlâ aleyh) haz­retlerinin tasavvuf yoluna girişi, şöyle anlatılır: Henüz küçük yaşta olma­sına rağmen, Allahü teâlânın ihsân ettiği bir azimle yükseklikleri arar bir hâli vardı. Bir gün dört kişi ile mektebe gidiyordu. Gâyet güzel bir elbise giymiş, başına da güzel bir sarık sarmıştı. Giderken harâbe bir yerin önünden geçiyorlardı. Bu harâbe içinde sırtı yara olmuş bir eşek duru­yordu. Bir karga bu hayvanın yarasını ga­galıyordu. Hayvan âciz ve çâ­resiz bir halde kargayı kovamıyordu. Gâyet ızdıraplı ve perişân bir halde acı içinde kıvranıyordu. Bu hâl Ebû Osman Hîrî´yi çok üzdü, kalbi sız­ladı. Hemen hayvanın yanına yaklaşıp, başındaki sarığı çı­kardı. Hayva­nın yarasını sarığı ile sardı. Sırtındaki kıymetli cübbeyi de üzerine örttü. Zavallı hayvanı içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtardı. Bu hareketiyle kalbi rahatlamıştı. O gün daha eve dönmeden içine evliyânın feyzi ve sevgisi doğmuştu. Büyük bir şevkle arayışı artmıştı. Kalbi yanık ve peri­şan bir halde zamânın meşhur velîlerinden Yahyâ bin Muâz hazretleri­nin huzûruna gitti. Bu zâtın dergâhına girip talebesi oldu. Bir müddet sonunda ders ve sohbetlerinde olgunlaşıp, pişti. Ancak arayışı sona er­miş değildi. Bir gün dergâha gelen bir grup misâfir, zamânın meşhur ev­liyâsından olan hocaları Şâh Şücâ Kirmânî hazretlerinden bahsedip, onun hallerini anlatmışlardı. Anlatılanları dinleyince içine o zâtı görme arzusu düştü. Bu sebeple Kirman´a gitti. Sohbetinde bulun­mak için müsâde istedi. Ancak; "Sen recâyı, devamlı ümitli olma hâlini, ken­dine huy edinmişsin. Ümidi huy hâline getirmişsin. Recâyı taklid etmek ben­liktendir. Hocan Yahyâ bin Muâz´ın recâsı hakîkî, seninki ise taklîdîdir." diye­rek talebeliğe kabûl etmedi. Fakat, dergâhından ayrılmadı. Devamlı yalvardı. Bu yalvarma hâli yirmi gün devâm etti. Sonunda onu sohbetine kabûl edip, ta­lebeleri arasına aldı. Şah Şücâ Kirmânî hazretlerinin ders ve sohbetlerinden çok istifâde edip, feyz aldı.

Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır

 Menkibeler  25 kez okundu 11/09/2012 Salı 8 yorum yapılmış

Allah’ın sevgisini tatmadan sakın bu fâni dünyadan göçmeyesin.

O’nun sevgisinin tadı, yiyecek ve içeceklerde bulunmaz.


Çünkü bunlardan istifade etmede kâfirlerle hayvanlar sana ortaktır. Sen Allah’ın zikrinin tadını almakta ve cem makamına muvaffak olmakta meleklere ortak ol.

Ruhlar, nefislerin serpintilerine tahammül edemez. Dünya leşine battığında bu halinle ‘ın huzuruna çıkmaya layık olamazsın. Çünkü günahla kirlenmiş olanlar Allah’ın huzuruna alınmazlar.O halde kalbini temiz tut ki, gaybın kapıları sana açılsın.
Günah işlemeyi bırakıp, zikir ve tevbe ile Allah’a dön.

Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır. İnsanların birbirine karşı iyi ve dostça davranışları olmasaydı, bunları sana anlatmazdım.
Rabiatü’l-Adeviyye:’Bu kapı ne zaman kapandı ki açılsın.

‘demiştir. Fakat ey kişi! Bu seni Allah’a ulaştıran kapıdır.

Kalbinin Allah’ın birliğinden habersiz ve bu konuda dikkatsiz olmasından sakın.

Zikredenlerin birinci basamağı, Allah’ın birliğini ve tekliğini anmaktır.

Zâkirlere kapının açılması ancak ‘ın birliğini anmalarından dolayıdır.

O’nun rahmetinden kovulanlar da ancak yaptıkları işin önemini kavramaksızın, körü körüne, bilinçsizce Allah’ı zikrettikleri için kovulmuşlardır.

Zira Allah’ı zikirde sana ancak nefsin muhalefet eder. Yaratıklara olan sevgin ne çok, Allah’a olan sevgin ise ne az!
Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevme kapısı sana açılmış olsaydı, elbette seni şaşırtan çok şeylere tanık olurdun. 


Gecenin ortasında uykuyu bölüp, kıldığın iki rekât namaz, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Hastaları ziyaret etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Cenaze namazını kılman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.


Müslüman kardeşine yardım etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Eziyet veren şeyleri yoldan uzaklaştırman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.

Yere bırakılmış kılıcın onu savuracak bir kola ihtiyacı vardır. Senin için Allah’ı zikirden daha faydalı ibadet yoktur.

Çünkü zikir ayakta duran, rükû ve secde yapamayan yaşlılar ve hastalar için de kolay bir ibadettir.

Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağını, âlimler ve hikmet sahipleri sana öğretirler
.
Sen hiç satın alınır alınmaz hizmet etmeye elverişli köle gördün mü?! Bilakis o önce bir eğitimciye verilir de o onu eğitir, ona edep ve terbiye kazandırır.


Eğitim ve terbiyeyi başarıyla tamamladığında hükümdara hizmet etmeye başlar. Velilerin yaptığı da budur.
Öğrenciler, onların himmetiyle huzura varacakları güne kadar onlarla beraber olurlar.

Yüzme hocası, birine yüzmeyi öğreteceği zaman o kişi yalnız başına yüzebilecek seviyeye gelinceye kadar onunla yanyana yüzer.
Artık o yüzmeye başladığında ise onu korkusuzca denize salabilir.

‘Peygamberler, veliler veya salihler vasıtasıyla Allah’a yaklaşılamaz.’
diyen düşünceden uzak dur.

Kuşkusuz Allah kendine ulaşmak isteyenler için onları vesile kılmıştır.

Velilerden sadır olan, su üzerinde yürümek, havada uçmak, gizli şeyleri haber vermek ve suyun kaynayıp çıkması gibi harikulade haller, peygamberin doğruluğuna şahittir.

Çünkü velilere verilen kerametler, peygamberlerinden dolayıdır.



İbn Ataullah İskenderî 

Yazar: Güllerin Efendisi
Allah'ın Rahmeti ve Bereketi Hepimizin Üzerine Olsun.


Bu yazıya toplam 1 yorum yazılmış, sende yorum yazmayı unutma!

Ergin demişki;12/09/2012
Yüce Rabbimin Rahmeti ile Bütün İnsanları Bağışlasın

İsim (Zorunlu)
E-Posta adresin (Zorunlu)
Websiteniz (Varsa)

gullerinefendisi2.tr.gg
Tüm hakları saklıdır.Copyright © 2012 - 2013
Çizen: http://gullerinefendisi2.tr.gg/ , HTML&CSS Döken: http://gullerinefendisi2.tr.gg/
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol