GÜLCEMAAT DİYARINA HOŞGELDİNİZ
 

º°¨¨°º©©º°¨¨°º©GÜLLERİNEFENDİSİ2.TR.GG©º°¨¨°º©©º°¨¨°º©

TASAVVUF BÜTÜNÜYLE KUR'AN VE SÜNNET AHLAKIDIR

TASAVVUF BÜTÜNÜYLE KUR'AN VE SÜNNET AHLAKIDIR



Tasavvuf, kısaca güzel ahlaktan ibarettir, diyor arifler. Acaba güzel ahlak nedir?

Güzel ahlak, Yüce Yaratıcının ve halkın haklarını güzel korumaktır. Bunun tek yolu da Allah'ın Habibi Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimize samimiyetle tabi olmaktır.

Allahu Teala, kendisini sevenlere ve sevmek isteyenlere, bu sevginin gerçek olması ve karşılık bulması için tek bir yol göstermiştir. 

Bu yol:

"Resulüm de ki: "Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, hemen bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin"(Al-i İmrân3/31.) ayetinin tarif ettiği Muhammedi yoldur.

Tasavvuf, Hz. Peygamberin (s.a.v) usul ve gidişatı üzere terbiye vermektir. Efendimizin (s.a.v), sünnetine uymayan kimse, nefsiyle bin sene mücahede ve mücadele etse bile, terbiye olamaz, terbiye veremez.

Arifibillah Şihâbüddin Sühreverdî (k.s), bu ayetin, kulluğun temelini ve hedefini ortaya koyduğuna dikkat çektikten sonra demiştir ki:

"Sûfîler, diğer müslümanlar arasında, Resûlul-lah'a (s.a.v) uyma konusunda en önde olanlardır; çünkü onlar, Hz. Peygamber'in (s.a.v) sözlerine tam manasıyla uyarak emrettiklerini yerine getirip, yasakladığı şeylerden şiddetle sakınmışlardır. Onlar, bu hususta Allahu Teala'nın:

"Peygamber size neyi verdi (ve emretti) ise onu alıp yapın, neden nehyetti ise ondan da sakının!"(Haşr59/7.)emrine canla başla uymuşlardır.

Sûfiler, bütün amel ve ibadetlerinde, farz, vacip ve nafilelerde büyük bir ciddiyetle Hz. Resûlullah'a (a.s) tabi olmuşlardır. Efendimizin (s.a.v) söz ve davranışlarında kendisine uymanın bereketiyle onun ilim, haya, af, müsamaha, şefkat, merhamet, güzel geçim, nasihat, tevazu gibi ahlaklarıyla şereflenmişlerdir. Ayrıca, Efendimizin haşyet, sekînet, heybet, tazim, rıza, sabır, zühd, tevekkül gibi hallerinden de nasiplerini alıp, Allah Resulüne (s.a.v) her yönden tam ittiba etmişlerdir.

Abdülvâhid b. Zeyd'e: "Size göre sûfî kimdir?" diye sorulunca, Hazret:

"Akıllarıyla sünneti tam olarak anlamaya gayret eden, kalbleriyle ona bağlanan ve nefislerinin şerrinden de Cenab-ı Hakk'a sığınan kimseler, gerçek sûfîlerdir" demiştir. Bu, sûfîlerin hâlini tam olarak anlatan bir tariftir.

Resûlullah (s.a.v) Efendimizin en büyük ahlakı, devamlı kendini Yüce Allah'a muhtaç bilip, nefsini O'na havale etmesiydi. Şu duası bunu gösteriyor:

"Allah'ım! Beni, bir göz yumup açma zamanı kadarda olsa, nefsimin eline bırakma! Bana vermiş olduğun güzel şeyleri, benden geri almar"
(Suyûtî, el-Câmiu's-Sağîr, Hadis No: 1478; Heysemî, Mec-meu'z-Zevâid, X, 181.)

Sûfîlerin Resûlullah'a (a.s) uymakla elde ettikleri şeylerin en şereflisi, işte bu iftikar, yani devamlı Allahu Teala'ya muhtaç olduğunu bilme hâlidir.

Allahu Teala, yüce lutfuyla, nefsi, sûfîye tanıtmış, Resûlullah (a.s) Efendimize açtığı gibi, önada, nefsin hâlini göstermiş, o da, nefsinin şerrinden devamlı Allahu Teala'ya sığınıp, O'ndan yardım istemeye yönelmiştir.

Bu durumda nefis, kul için, onu Rabbine sevk eden bir vesile olmuştur. Bunun için, sûfî olan bir kimse, Rabbinden gafil olmadığı gibi, nefsini kontrolden de geri kalmaz.

"Nefsini bilen, Rabbini de bilir" hikmetli sözü, Allahu Teala'nın bilinmesinin, nefsin bilinmesine bağlı olduğunu ifâde etmektedir."

"Resûlullah'ın (a.s) sünneti deyince, zat-i âlisinin sahip olduğu bu güzel ahlaklar akla gelir. Bu ahlaklara Allah dostlarından daha güzel sahip çıkan ve varis olan kim vardır?"
(Sühreverdî, Gerçek Tasavvuf, 58-59.)

Tek hedefi ilahî ahlak ile süslenmek ve kulluk ile şereflenmek olan sûfînin, bu hedefe ulaşması için Hz. Resûlullah'tan (s.a.v) başka hiçbir delili yoktur.

Allahu Teala, Resûlullah Efendimizi (s.a.v), öyle bir makamda oturtmuştur ki, ona itaat eden Allahu Teala'ya itaat etmiş olur.
(Bu hükmü ifâde eden âyet için bkz: Nisa 4/80.)

O'nun elini tutup bey'at etmek Allah'a bey'at sayılmaktadır.(Fetih 48/10.)

Bunun için bütün veliler, ulu arif Cüneyd el-Bağ-dâdî'nin (k.s), belirttiği şu düsturda ittifak etmişlerdir:

"Hz Resûlullah'ın (s.a.v) sünnetine uymaktan başka Allah'a giden hiçbir yol yoktur."
(Kuşeyrî, Risale, I, 117; Sülemî, Tabakâtu's-Sûfiyye, 159; Sübkî, Tabakâtu'ş-Şâfiiyye, II, 263.)

Allah yolunda Kur'an ve aklım bana yeter, sünnete ihtiyacım yok demek, cehaletle söyleniyorsa ahmaklık, hiyanetle söyleniyorsa küfürdür. Hz. Resûlullah'ın (s.a.v) belirttiği gibi:

"Bir kimse, sadece aklını değil, nevasını da sünnete tâbi kılmadıkça, gerçek mü'min olamaz."
(Beğavî, Şerhu's-Sünne, I, 213; ibnu Receb, Câmiu'l-Ulûm, II, 269; Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr, II, 178.)

İyice incelendiğinde görülecektir ki tasavvuf, insanı Kur'an ve sünnet edebi üzere terbiye eden bir okuldur.

Gerçek sûfi, Kur'an-ı Hakim'de:

"Ey iman edenleri Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun."(Tevbe 9/119.)

"Sizden herhangi bir ücret istemeyen ve hidâyet özere olan kimselere uyun"(Yâsîn 36/21.) ayetleriyle tanıtılan sadık bir kuldur. Bu sıfattaki bir sûfi, takva yolunun imamı olup, güzel kullukta herkese örnektir. Kendisine uyan kimse, Hz. Peygamber'e uymuş ve ilâhî rızaya kavuşmuş olur; çünkü, kâmil mürşid, "Alimler, peygamberlerin varisleridir"
(Ebû Dâvud, ilim, 1; Tirmizî ilim, 19; İbnu Mâce, Mukaddime, 17; Hâkim, Müstedrek, I, 100-101.) hadis-i şerifi ile müjdelenen gerçek varistir.

Kâmil mürşid, alim ve ariftir. Allah (c.c) rızasına aşıktır. Hz. Peygamberin (s.a.v) ümmetine emanet ettiği bütün ilim, irfan, ibadet, takva, edeb, güzel ahlak, ihlas, huşu, huzur, gözyaşı gibi manevî ilimlere ve yüce hallere varistir. Hz. Peygamberin (s.a.v) peygamberliğine değil, ümmetine bıraktığı bu ilim, ahlak ve hallere varis olunur.

Ariflerden Ebû Nasr es-Sarrâc (k.s), (378/988), velilerdeki kulluk hâlini şöyle anlatır:

"Tasavvuf terbiyesinde nihayete ulaşan sûfiler, İslam'ın ilim ve emanetini taşıyan fakih, müfessir ve muhaddisle aynı derecede farz ve vacipleri yerine getirip haramlardan kaçındıktan sonra, bir çok hususta, onlardan ayrı bir ilim ve ahlaka sahiptirler. Bu özel ilim ve yüksek ahlaklar şunlardır:

Mâlâyanî denilen boş işleri ve sözleri terk.
Allahu Teala'nın rızasından başka her şeyi kalpten çıkarma.
Az ile kanaat.
Dünyalık olarak, en zaruri şeylerle yetinme.
Kendi iradesiyle fakirliği zenginliğe, açlığı tokluğa tercih.
insanların gözünde yükselme ve yücelmeyi terk.
Halka son derece şefkat ve iyilik. Büyüğe ve küçüğe tavâzu.
Kendi ihtiyacı varken başkalarını tercih. Dünyayı kimin yediğine ve kimin ele geçirdiğine hiç aldırış etmeme.
Allahu Teala'ya karşı güzel zan. Bütün iş ve ibadetlerinde ihlas üzere hareket.
Devamlı Allahu Teala'ya yönelme. Allah'tan gelen belaya teslimiyet, ilâhî kazaya rıza.
Nefsânî arzulara karşı sabır. Mücahedeye devam.
Allahu Teala'ya tam bir huzur ve huşu içinde kulluk yapabilmek için kalbi kötü düşüncelerden arındırıp murakabeye sarılma.
Ebedî sevgiliye kavuşmak için ölümü hayata, sıkıntıyı rahata tercih.


Evet, bütün bunların ötesinde, kâmil sûfilerin sahip olduğu daha birçok manevî ilim ve haller vardır ki, insaflı alim ve fakihler, onların varlığına iman edip hak olduklarını söylemekle yetinirler; onları elde etmek için veliler gibi gayret etmezler.

Mesela, inabe, tevbe-i nasuh, vera, tevekkül, rıza, sabır, haşyet, havf, muhabbet, reca, şevk, müşahede, yakîn, kanaat gibi ilim ve haller bunların başında gelir.

Bütün bu saydığımız şeyler, Allahu Teala'nın kitabında ve Hz. Resûlullah'ın (a.s) sünnetlerinde mevcuttur. Ehli olanlar bunu bilirler. İyice araştıran alimler de onları inkar etmezler. Sûfilerin sahip olduğu bu ilim ve hâlleri ancak, sırf zahirî ilimle yetinen, Kitap ve sünnetten sadece zahirî hükümlerle ilgili kısımları bilen ve daha çok karşısındakine karşı delil olacak şeylerin peşine düşen bir grup insan inkar etmektedir. Zamanımızdâki insanlar da, bu tür inkarlara daha çok meyletmektedir.

Şunu da ekleyelim ki, yukarıda saydığımız ilimlerin peşine düşen gerçekten çok az insan vardır; çünkü onların elde edilmesi çok büyük sıkıntı ve mücahadelerle olmaktadır. İnsan tabiatı ise, genişlik, rahatlık ve ruhsata rağbet etmektedir."
(Serrâc, el-lüma', 29-33. Kısmen tasarrufla alındı.)

İmam Gazâlî (k.s) (505/1111), diğer ilim dallarını ve İslam fırkalarını inceledikten sonra, bütün hedefleri Kur'an ve sünnete uymak olan gerçek sûfilerin hâlini de incelemiş ve şu sonuca varmıştır:

"Kesinlikle anladım ki, bütün halleriyle Allah yolunu tutmuş kimseler ancak sûfilerdir. Onların tutumları en güzel tutum, yolları en doğru yol ve ahlakları en temiz ahlaktır.

Daha doğrusu; bütün akıllıların aklı, tüm hikmet ehlinin hikmeti ve şeriatın inceliğini kavramış âlimlerin bilgisi bir araya gelse ve onların hâl ve ahlâklarını daha iyisi ile değiştirmek isteseler, buna güçleri yetmez.

Çünkü, onların zahirî ve bâtınî, bütün hâl ve hareketleri nübüvvet (peygamberlik) nurundan alınmadır. Bilindiği gibi, yer yüzünde nübüvvet nurundan başka aydınlanacak başka bir nûr da yoktur."

"Sözün kısası, tasavvuf yolu hakkında ne denebilir ki! Bu yolun ilk şartı mânevi temizlik ve kalbi Allah'tan başka bütün şeylerden arındırmaktır. Bu yolun anahtarı yani esası, kalbi, tamamen Allah'ı zikretmeye adamaktır. Sonu ise O'nun irâde ve rızâsında fâni olmaktır.

Bu öyle bir haldir ki, usulünce yoluna sülük edenler bizzat tadarak öğrenirler. Onu bizzat tadarak, yaşayarak öğrenemeyenler, bu yolu kat etmiş
sûfilerle sık sık beraber oldukları takdirde, tecrübeyle ve işiterek, bu hâlin varlığına kesin olarak inanır, yaşanan manevî haller sayesinde onu kesinlikle kavrarlar.

Sûfilerle düşüp kalkanlar, onların sohbetlerine katılanlar onlardan bu imanı ve irfanı elde edebilirler; çünkü sûfiler öyle kimselerdir ki, onlarla aynı mecliste bulunan kimse, ilâhî rahmetten mahrum olmaz."
(Gazâlî, el-Munkızu Mine'd-Dalâl ve Tasavvuf? İncelemeler, (Terc:Salih Uçan), 184-185. Kısaltılarak alındı.)

İşte tasavvuf, bu derece güzel hâl ve ahlak sahibi salihlerin yetiştiği bir takva okuludur. O, okulun mezunlarına "sûfî", o okulda takva dersleri okutarak -Allah'ın izniyle-kalbleri tezkiye ve nefisleri terbiye eden kâmillere "mürşid", yolun inceliklerini kavrayanlara "mutasavvıf", yola yeni adım atanlara "yeni mürid" denir.

Mürid, sevgi ve iradesiyle bir kâmil mürşidi önüne delil ve imam seçerek hak yola giren ve Allah'ın (c.c) rızasını arayan kimse demektir.

Kaynak:menzil.net

Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır

 Menkibeler  25 kez okundu 11/09/2012 Salı 8 yorum yapılmış

Allah’ın sevgisini tatmadan sakın bu fâni dünyadan göçmeyesin.

O’nun sevgisinin tadı, yiyecek ve içeceklerde bulunmaz.


Çünkü bunlardan istifade etmede kâfirlerle hayvanlar sana ortaktır. Sen Allah’ın zikrinin tadını almakta ve cem makamına muvaffak olmakta meleklere ortak ol.

Ruhlar, nefislerin serpintilerine tahammül edemez. Dünya leşine battığında bu halinle ‘ın huzuruna çıkmaya layık olamazsın. Çünkü günahla kirlenmiş olanlar Allah’ın huzuruna alınmazlar.O halde kalbini temiz tut ki, gaybın kapıları sana açılsın.
Günah işlemeyi bırakıp, zikir ve tevbe ile Allah’a dön.

Kapıyı ısrarla vurana kapılar açılır. İnsanların birbirine karşı iyi ve dostça davranışları olmasaydı, bunları sana anlatmazdım.
Rabiatü’l-Adeviyye:’Bu kapı ne zaman kapandı ki açılsın.

‘demiştir. Fakat ey kişi! Bu seni Allah’a ulaştıran kapıdır.

Kalbinin Allah’ın birliğinden habersiz ve bu konuda dikkatsiz olmasından sakın.

Zikredenlerin birinci basamağı, Allah’ın birliğini ve tekliğini anmaktır.

Zâkirlere kapının açılması ancak ‘ın birliğini anmalarından dolayıdır.

O’nun rahmetinden kovulanlar da ancak yaptıkları işin önemini kavramaksızın, körü körüne, bilinçsizce Allah’ı zikrettikleri için kovulmuşlardır.

Zira Allah’ı zikirde sana ancak nefsin muhalefet eder. Yaratıklara olan sevgin ne çok, Allah’a olan sevgin ise ne az!
Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevme kapısı sana açılmış olsaydı, elbette seni şaşırtan çok şeylere tanık olurdun. 


Gecenin ortasında uykuyu bölüp, kıldığın iki rekât namaz, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.
Hastaları ziyaret etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Cenaze namazını kılman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.


Müslüman kardeşine yardım etmen, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir. Eziyet veren şeyleri yoldan uzaklaştırman, Allah ile karşılıklı olarak birbirinizi sevmektir.

Yere bırakılmış kılıcın onu savuracak bir kola ihtiyacı vardır. Senin için Allah’ı zikirden daha faydalı ibadet yoktur.

Çünkü zikir ayakta duran, rükû ve secde yapamayan yaşlılar ve hastalar için de kolay bir ibadettir.

Allah’ın huzuruna nasıl çıkacağını, âlimler ve hikmet sahipleri sana öğretirler
.
Sen hiç satın alınır alınmaz hizmet etmeye elverişli köle gördün mü?! Bilakis o önce bir eğitimciye verilir de o onu eğitir, ona edep ve terbiye kazandırır.


Eğitim ve terbiyeyi başarıyla tamamladığında hükümdara hizmet etmeye başlar. Velilerin yaptığı da budur.
Öğrenciler, onların himmetiyle huzura varacakları güne kadar onlarla beraber olurlar.

Yüzme hocası, birine yüzmeyi öğreteceği zaman o kişi yalnız başına yüzebilecek seviyeye gelinceye kadar onunla yanyana yüzer.
Artık o yüzmeye başladığında ise onu korkusuzca denize salabilir.

‘Peygamberler, veliler veya salihler vasıtasıyla Allah’a yaklaşılamaz.’
diyen düşünceden uzak dur.

Kuşkusuz Allah kendine ulaşmak isteyenler için onları vesile kılmıştır.

Velilerden sadır olan, su üzerinde yürümek, havada uçmak, gizli şeyleri haber vermek ve suyun kaynayıp çıkması gibi harikulade haller, peygamberin doğruluğuna şahittir.

Çünkü velilere verilen kerametler, peygamberlerinden dolayıdır.



İbn Ataullah İskenderî 

Yazar: Güllerin Efendisi
Allah'ın Rahmeti ve Bereketi Hepimizin Üzerine Olsun.


Bu yazıya toplam 1 yorum yazılmış, sende yorum yazmayı unutma!

Ergin demişki;12/09/2012
Yüce Rabbimin Rahmeti ile Bütün İnsanları Bağışlasın

İsim (Zorunlu)
E-Posta adresin (Zorunlu)
Websiteniz (Varsa)

gullerinefendisi2.tr.gg
Tüm hakları saklıdır.Copyright © 2012 - 2013
Çizen: http://gullerinefendisi2.tr.gg/ , HTML&CSS Döken: http://gullerinefendisi2.tr.gg/
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol